“Önyargıları yok etmek, atom çekirdeğini paçalamaktan daha zordur.” (Albert Einstein)
Önyargılarımız var. Maalesef. Çoğunluktan farklı olana şüpheyle yaklaşıyoruz. Farklılıklara açık değiliz. Çoğunluğa benzemeye çalışıyor, kendimiz olmaktan uzaklaşıyoruz. Bununla beraber kendi gibi olanlara tepkili oluyoruz. Bu bazen saçını maviye boyamış bir genç kadın olabiliyor, bazen farklı etnik kimlikte veya farklı dinde, farklı cinsel kimlikte biri olabiliyor. Herkes “bizim gibi” olsun istiyoruz. Oysa sadece memleket özelinde konuşacak olursak, çeşit çeşit insanla, binbir renkle birlikte yaşıyoruz. Peki, nasıl? Mücadele ederek. Irkçılık da, ayrımcılık da insanlık suçu. Ancak bu suçları işlediğimizi farkında bile değiliz. Bu suçları işleyenler de cezalandırılmıyor. Bu, başka bir yazının konusu.
İnsan kendisinden farklı olana neden olumsuz anlamda önyargıyla yaklaşır? Bunun birçok nedeni var. Her şey bize bir hikâye anlatıyor. Okulda muzaffer tarih hikâyeleri dinliyoruz. Medya bize aynı hikâyeyi anlatıyor. Bu; egemen ideoloji… Aslında araştırmıyor, okumuyorsak, dünyanın nasıl döndüğüne dair hakiki bir bilgimiz yoksa, bize anlatılan bu “hikâyeden” başka hikâyelerin de olabileceğini düşünemez hale geliyoruz. Tek bir hikâye her zaman risklidir. Bizi hayalî, gerçekçi olmayan ve egemenlerin çıkarlarına hizmet eden bir dünyaya hapseder. Egemen ideoloji ise farklılıkları istemez çünkü “Böl ve Yönet” taktiğiyle hareket eder. Egemenler “ötekileştirme” kavramından beslenirler. Çoğunluğa seslenirler, duruma, zamana göre bir “düşman” yaratırlar ve korku salarak yönetimde kalırlar. Bu, çook uzun yıllardır süregelen bir devlet geleneğidir. Kitleler de toplumdaki bu egemen ideolojiye hizmet eden kanı önderleri, gazeteciler, yazarlar sayesinde anlatılan bu “tek hikâyeye” ikna olur, inanır. Yani zokayı yutar. “Düşman” ilan edilen topluluğa “düşman” olur. İşaret edileni “öteki” ilan eder. Ötekileştirir. Ayrımcılık yapar, bunun sonu ırkçılığa kadar gider. Althusser “İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları” kitabında ne güzel anlatır bu meseleyi. Öyle bir düzendir ki bu, biz tüm bu “ötekilerin”, “düşmanların” gerçekten “düşman” olduğuna inanırız. Yaşadığımız düzenin, tüm bu düşmanlığın filan “normal” olduğunu düşünür, kabulleniriz. Oysa o insanlar komşumuz, arkadaşımızdır. Yüzlerini görmediğimiz, oturup iki çift laf etmediğimiz için onlara yabancı hissederiz. Daha doğrusu onları “yabancı” ilan ederiz. Büyük bir yanılgıdır bu. Bu adaletsiz düzenin devamı için kitleleri yönetme ve sömürme taktiğinden başka bir şey değildir.
Farklı olana dair önyargılarımızı ancak merak duygusuyla yenebiliriz. Merak bize dayatılan tarihi, anlatıyı, hikâyeyi olduğu gibi kabul etmemekle, sorgulamakla mümkün. Merak sorgulamayı sorgulama merak duygusunu tetikler. Bu yüzden çocuklarınızla çocuk olun. Çocuklarda doğal, kendiliğinden bir merak duygusu vardır. Çocuklarınızdan bir şeyler öğrenin. Çocuklarınızla birlikte merak duygunuzu ateşleyin. Ben bu ülkede kimlerle beraber yaşıyorum?Bugüne kadar bana ne öğretildi? Bildiklerim gerçekten doğru mu? Yanlış olabilir mi? Doğrusunu nasıl öğrenebilirim? Bu insanlar neden “düşman” olsun? Bu insanlar neden “öteki” olsun? Anlatılanlar ne kadar gerçek? Hakikate nasıl ulaşabilirim? Bu soruları sormaktan çekinmeyin.
Hakiki bir merak duygusuna sahip her insan önünde sonunda hakikatin kapısını aralayacaktır. Merak, zincirleme olarak yeni kapılar açan, okudukça genişleyen bir evrene ulaştırır insanı.
Hakikat, insanların “bir” olduğudur. “İç ve dış düşmanlar” olmadan da yaşayabileceğimizdir, hakikat. Barış ve kardeşliğin bir masal olduğunu dayatsalar da barış ve kardeşlik insanlığın en yüce değeri, hakikatidir. Bunun aksini size düşündürmeye çalışan ne varsa ondan uzaklaşın ve ondan şüphe duyun.
Merak etme cesaretini gösterin. Önyargıların panzehiri merak duygusudur. Bu panzehiri sonuna kadar için ve iyileşin.