Bir insan ömrüne pek çok köklü değişikliği sığdırabildiğimiz çağları yaşıyoruz.
“Bizim zamanımızda” diye başlayan ve masal keyfiyle dinlediğimiz anlatıları çoktan geride bıraktık. Çağımız hızlı bir değişim ve yok oluş vadediyor artık…
Örneğin çok değil, birkaç yıl önce bizim buralarda, Bodrum ya da Güllük civarında en sıcak dönemde bile denize girerken şöyle bir irkilir, kızgın kumlardan serin sulara kendimizi bıraktığımızda ani bir şok yaşar, titrerdik.
Denizin içinden, kıyıdan kıyıdan suya yanaşmaya çalışan insanlara doğru “Birden atla alışıyorsun, vallasu çok güzel” nidaları sıkça duyulurdu. Şimdi bu seslenişlerden eser kalmadı. Deniz suyu sıcaklığı birkaç yılda, en azından benim tarafımdan hissedilir ölçüde arttı.
Artık titremek falan hak getire!
Dünyamızın iklim açısından değişimiyle ilgili bilim insanları ta 50’li yıllardan beri söylene söylene, bu söylenmeleri 80’li yıllarda daha yüksek sesle ola ola, ardından 2000’li yıllarda devreye devletler gire gire, hatta birtakım sözleşmeler imzalana imzalana ama ne hikmetse altlarına imza atılan önlemler uygulanmaya uygulanmaya şu günlere, yani sıradan insanların artık bu değişimi bizzat yaşadığı dönemlere geldik.
Bilimden günlük yaşama geçişini yapan hızlı bir farkındalık seviyesindeyiz artık…
Hoş bu farkındalığın kapsadığı sıradan insan sayısı hala tartışılır. Zaten asıl önemli olan da gücü elinde bulunduranların farkında olup “Yav arkadaş, hakikaten bir şey yapmalı” demesidir o da ayrı…
Ama ne yapıyor gücü elinde bulunduranlar, çok uluslu şirketler, yerelde gücü kuvveti yerinde şirketler, dünya devletlerinin yöneticileri, tek tek ülkelerin yöneticileri… Ah o kadar uzun ve öyle acıklı bir mevzu ki bu!
Onlar, bugünlerin yarınları olduğunu kulak ardı etmeye devam ediyorlar ve yarınlarımıza darbe üstüne darbe indirmeye devam ediyorlar.
Kaçtır yazıyorum, doğanın yardım çığlıklarını duymanın zamanı gelmedi mi artık? Bu çığlıklara ses veren, derman olmak isteyen bir avuç köylüye gücü yeten ey kifayetsiz muhterisler, ihtiraslarınızla yerle bir ettiğiniz bu canım Dünya üzerindeki tek bir ağaç ne demek biliyor musunuz?
Serinliktir, gölgedir, oksijendir, ekosistemi oluşturan ve doğanın sürdürülmesi için var olması zorunlu olan milyonlarca bitki türünün, böceğin, hayvanın ana ocağıdır. Dünyanın atardamarıdır ormanlar!
Siz Akbelen’e baltalarınızı vururken bilir misiniz ki, 40 kişinin bir saatte havaya verdiği karbondioksiti yetişkin bir çam ağacı 1 saatte oksijene dönüştürür. *
Siz Akbelen’e baltalarınızı vururken bilir misiniz ki, 1 hektar çam ormanı havadaki 36.4 ton tozu süzer ve bu 1 hektar çam ormanı yılda 30 ton oksijen üretir.
Siz Akbelen’e baltalarınızı vururken bilir misiniz ki, 250 metre genişliğindeki orman gürültüyü yüzde 50 azaltır…
Daha daha saymakla bitmez yararları vardır ağaçların, ormanların. Bu sıcak alev alev yanan yaz günlerinde örneğin, bilir misiniz ki ormanlarda ağaçlar toprağı gölgeleyerek yaz sıcaklığını 5 ila 8,5 derece düşürürken kışın ise sıcaklığı 1,6 ila 2,8 derece artırabilirler.
Bilimsel gerçeklerden hap bilgiler vermeye başlamışken, 1984’ten itibaren düzenli olarak Türkiye’yi çevreleyen denizlerdeki sıcaklık değerini ölçen Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nin verilerine de hızlıca bir bakış atalım: Dünya genelinde son 60 yılda denizlerdeki sıcaklık artışının 1 derece civarında olmasına karşın Türkiye kıyılarında ısınma 2 derece seviyesini geçmiş durumda.
Sıcaklık artışı kızgın kumlardan serin sulara hayallerini yerle bir etmenin yanı sıra denizlerde her şeyden önce tabakalaşmaya yol açıyor.
Bu da yüzey sularının derin sulara karışmasını engelliyor, böyle olunca da yüzeydeki oksijenli suların derinlere karışması engelleniyor.
Sonra ne mi oluyor? Müsilaj oluyor örneğin… Alg patlamaları, yüzme suyu kalitesinde düşüş oluyor. Ekosistem değişiyor, istilacı türlere “buyurun gelin” deniliyor.
Kısaca, yaşamımızda akarsulardan denizlere, ormanlardan zeytinliklere ve dağlara uyum içinde çalışması gereken ve birbirini destekleyen bir döngü var ve bu döngü, kendisi de doğanın bir parçası olan insan eliyle olumsuz sonuçlar doğuracak şekilde kırılıyor.
Muğla’nın Milas ilçesine bağlı İkizköy Mahallesi’ndeki Akbelen Ormanı gibi milyonlarca hektar alan taş ocağı, maden, altın arama, tarım alanı oluşturma gibi sebeplerle yok edilip duruyor. Ha bir de çoğunlukla insan kaynaklı olan yangınlar da tuz biber ekiyor.
Ve sonra bir sosyal paylaşım sitesindeki kullanıcının dikkat çektiği şu şey oluyor: Rodos’taki yangından kaçan bir kuşun, can havliyle, 88 kilometre kanat çırparak dallarına konup da kendisini kurtarabilmesi mümkün olan bir ağaç, karşı kıyıda, Akbelen’decan çekişiyor.
Akbelen için canını dişine takan, dört yıldır ormanı korumak için mücadele eden “insan” yine “insan” tarafından zulme uğruyor, derdest ediliyor ve yüreğimde insana karşı sevgi az daha çoğalırken, insana kırgınlığım büyüdükçe büyüyor.
Akbelen’den azıcık uzaklaşıp Yatağan Tekağaç Mevkii’nde kurulması planlanan Çimento Fabrikası’na yıllardır direnen köylülerin söylediklerini okuyunca, şu cümle beni derinden yaralıyor:
“Biz nereye gideceğiz buradan? Bu zehirler, ağaçları kurutunca, biz kurumayacak mıyız? Ağaçlar ölünce biz de öleceğiz. Yazık değil mi bizim torunlarımıza, görmesinler mi dünya?”
İşte böyle; hazır mısınız atlamaya bundan böyle daima, kızgın kumlardan sıcak sulara…
*Bilgiler Ege Orman Vakfı’nın İnternet sitesinden alınmıştır.