Güllük’te, sıcak bir yaz akşamında, edebiyat tutkunları olarak sempozyum alanındayız.
Milas Belediyesi bu yıl 13.’sünü düzenliyor “Sanat Edebiyat Günleri”nin ve Türkiye’nin her yerinde olduğu gibi izleyicisi az olan bir dalın derinliklerine inerek, edebiyat konuşulan bir akşama imza atıyor.
İki gün şeklinde planlanan etkinlik bu yıl ilk kez Güllük’te yapılıyor.
İlk akşamında izleyici sıralarına oturduğumda ilginç bir deneyim yaşadığımı da itiraf etmeliyim.
Geride bıraktığımız on yıldan uzun sürede Nilüfer Belediyesi Basın Danışmanı olarak benzer pek çok buluşmanın içerisinde yer almış, gerilimlerini, üretme telaşını yaşayarak ev sahipliğini yapmışken, izleyici sıralarında oturup etkinliğin baştan sona tadını çıkarmanın ayrıcalığını yaşamak pek de güzelmiş doğrusu…
İlk gün Başkan Muhammet Tokat’ın açılış konuşmasıyla başladı. Sonrasında etkinliğin fikir babası, anladığım kadarıyla Milas Belediyesi’nin edebiyatla ilişkili organizasyonlarında ve kültür yayınlarında itici güçlerinden biri olan Halim Şafak’ın konuşmasıyla devam etti.
Zaman zaman yüzümde beliren tebessümle dinledim, meğer ne çok insanla hatta Halim Şafak’ın kendisiyle de ne çok ortak duyguları paylaşıyormuşuz! Milas ne çok insanın yüreğinde bir vakit, özlemle ifade edilen bir anlam barındırmış.
Halim Şafak’ın artısı 40 yıl uzak kaldığı memleketiyle bağlarını hiç koparmaması ve Milas’ın değerlerini bilerek, öğrenerek ve öğrendiklerini aktararak bu kenti adeta “kendisinin” yapabilmesi…
Ben de neredeyse 40 yıl sonra tekrar döndüğüm bu toprakları “kendimin” yapabilmek için can kulağıyla dinliyorum konuşmacıları.
Örneğin, Milas’taki birlikte yaşama kültürünün varlığını keşfediyorum.
Yine Halim Şafak anlatıyor; Milas’ın temel ve öne çıkan özelliklerinden birinin tarih boyunca farklı halkların/ahalilerin (Rumlar, Yahudiler, Ermeniler, Türkler, Kürtler) yaşamış olmasından beslenen ve bugün de etkisini sürdüren birlikte yaşama kültürü olduğunu söylüyor.
Bunun edebiyata yansıması da Reşat Nuri Güntekin’in “Ateş Gecesi” adlı eseriyle vücut buluyor. Halim Şafak, “İnsanların öteden beri sürekli göç halinde olduğu bir dünyada birlikte yaşamayı öğrenmekten başka çaremiz var mı?” sorusunu yöneltiyor.
Sempozyum konuşmacılarından bir diğeri olan Metin Celâl, “Halikarnas Balıkçısı ve Fikret Adil’de Milas” başlıklı bildirisiyle etkinlikte yer alıyor.
Balıkçı’nın İstanbul’dan Bodrum’a 3,5 ay süren “Mavi Sürgün”ünde yürek sızlatan yolcuğunu tekrar hatırlıyor ve Fikret Adil’den de aktardıklarıyla bugün İstanbul’dan hafta sonu kaçamağı için bile gelinebilen bu kıyılara vaktiyle ne eziyetlerle varılabildiğini öğreniyoruz.
Zeki Coşkun da Milas’tan yolu geçen bir başka “sürgün”den Mehmet Başaran’dan söz etmenin kendisi için bir gönül borcu olduğunun altını çiziyor.
Tarihimizin yine hüzünlü bir sayfasını gözlerimizin önüne seriyor ve “Yüksek Köy Enstitüsü çıkışlılar, buralardan uzaklaştırılmak için toptan askere alındı…
Üzerlerine tabancalar doğrultularak cezaevi arabalarına dolduruldular, sürgüne gönderildiler”, diyor.
Ama öyle ilginç bir yer ki Milas, sürgünde bile ağırladığı insanları memnun ediyor.
Mehmet Başaran, “Memetcik Memet” adlı eserinde “Hoşnuttuk biz Milas’tan.
Pazar günleri, renk renk giysileri, sokulgan halleriyle parkı dolduran Milaslılara diyeceğimiz yoktu.
Genci, yaşlısı, düpedüz kendilerinden biriymişiz gibi bakıyorlardı bize.” Cümleleriyle adeta Halim Şafak’ın vurguladığı birlikte yaşama kültürünü doğruluyor. Zeki Coşkun da diyor ki, “Demek ki bu kasabanın tarihinde kendisiyle ve yolu buradan geçen insanlarla barışıklık var. Bu, bugün de sürüyor olsa gerek.”
“Bir Mekân Şairi Olarak Nahit Ulvi Akgün” başlıklı bildirisiyle sempozyumda yer alan gecenin son konuşmacısı Ahmet İlhan, şairin şiirlerinden örnek verirken ben de Milas’ta geçen mutlu çocukluğuma yolculuk yapıyorum:
“Milas’ta evimiz çeşmeye karşı
Bahçesinde portakal limon nar
Tiyatro oynardım sahnem yüklük
Perdem türlü renkte çarşaflar…”
İlhan, insanın kendisini hep mekânla anlamlandırdığının altını çiziyor.
Mekânsız kendimizi düşünemediğimizi ilk karşılaşmalarda bile ikinci sorunun hep “Nerelisin?” olduğunu belirtiyor.
İlhan’ın filozoflardan alıntıladığı cümlelerden biri de şöyle: “Mutsuz bir insanla mutlu bir insanın mekânı aynı değildir”.
Edebiyatla dolu bir Güllük akşamında içime çekiyorum konumlandığım mekândan taşan mutluluğu.
Deniziyle, zeytin ve çam ağaçlarıyla; samimi, çalışkan ve mücadeleci insanlarıyla, tüm renkleriyle benim olan bu memleketin mutluluğunu…