Bir Antik Kent Olarak Hayat

» Köşe yazarları » Bir Antik Kent Olarak Hayat

 Iraz Şensöz yazdı

“Görünüşünüz yalnızca kalpten bakabildiğinizde berraklaşır. Dışarı bakanlar düş kurar, içe bakanlar uyanış yaşar.”

Carl Gustav Jung

Jung’un sözü ne kadar anlamlı, öyle değil mi? Kendimizi çoğu zaman bulanık görüyoruz. Komplekslerimiz, korkularımız, yüzleşmediğimiz meselelerimiz kendimizi objektif görmemizi engelliyor. Çoğumuz dışarı bakıyoruz, dışarısıyla ilgiliyiz, başkalarıyla. Böyle olunca, Jung’un dediği gibi düş kuruyoruz. Ben bu sözdeki “düş kurmayı” yaratıcı bir eylem olarak algılamıyorum. Daha çok “olmayacak” düşler kurmak olarak anlıyorum. Dışarı bakarak yaşadığımızda hayali bir dünyada buluyoruz kendimizi. Kendi gerçekliğimizden kopuk yaşıyoruz. Kendi gerçekliğimizi, durumumuzu kabullenmiyoruz. Psikolojik sorunların başladığı yer burası. Gerçeklikle kurduğumuz bağ ile ruhsal sağlığımız ters orantılı. Gerçeklikle bağımız koptukça daha “hasta” insanlar oluyoruz.

Ruhsal sağlığımız için yapmamız gereken ilk önemli şey gerçeğimizi kabullenmek. Onunla yüzleşmek. Bu, bizi sağlıklı yapacağı gibi, güçlü bir birey yapacaktır. “Ne kadar güçlü bir insan” dediğiniz insanları düşünün. Bir ölüm, kayıp, yıkım… Kötü şeyler yaşamış olsa da dimdik ayakta duran insanlar için deriz böyle. İşte o güçlü insanlar hayatı yeniden kurma yeteneğine de kavuşmuştur artık. Küllerinden doğmuşlardır. Bir dağı aşmışlardır. Gerçeklik büyük bir dağ gibidir. Bu dağa tırmanmadan, tepesinden aşağıya bakmadan onu aşamazsınız. Gerçekliğinizi bütünüyle kabul ettiğinizde ise hiçkimse sizi durduramaz. Değişmişsinizdir. Birçok insanın mızmızlanacağı şeyleri yapmak sizin için çocuk oyuncağı olmuştur. “Büyümüşsünüzdür.” Yetişkinler de büyür. Ben “olgunlaşmak” yerine “büyümek” kavramını kullanmayı daha çok seviyorum. Büyümek hiç bitmiyor gibi geliyor bana…

Jung, sözünün ikinci yarısında içe bakmaktan bahsediyor. “İçe bakan uyanış yaşar” diyor. İç dünyamız öylesine derin ve şaşırtıcı ki… İçimizde evreni taşıyoruz. Atalarımızın hikâyelerini, aynı zamanda korkularını ama güçlerini de… Mark Wolynn “Seninle Başlamadı” isimli kitabında atalarımızdan bize miras kalan travmalarla baş etme yollarından bahsediyor. Kitabın alt başlığı şöyle: “Kalıtsal Aile Travmalarının Kim Olduğumuza Etkileri ve Sorunların Üstesinden Gelmenin Yolları”

“Seninle Başlamadı” çoğumuzun ilişkilerde “bağlılık” sorunları yaşadığı şu yüzyılda herkesin okuması gereken bir kitap bence. Yaşadığınız sorunların sizinle başlamadığını, çok daha eskiye, derinlere dayandığını ve aşılabilir olduğunu göreceksiniz. Bir de bunun yanına yoga gibi bir öğretiyi de eklerseniz yaşadığınız veya nedenini bir türlü çözemediğiniz travmalarınızı gerçekten atlatabilirsiniz. İçe bakın… Jung’un dediği gibi; uyanacaksınız. İçe bakmayı bilmediğinizi düşünüyorsanız, bunu size kimsenin öğretemeyeceğini de bilmelisiniz. Herkes kendi yöntemiyle içe bakar. Benim bildiğim yollar; okumak, yazmak, üretmek, yalnızlık, yoga, hayatı sadeleştirmek…

Çoğumuz bize sadece bir defa verilen (reenkarnasyona inanıyor olsanız bile geçmiş hayatlarınızı hatırlamıyor olacaksınız) bu hayatı uykuda geçiriyoruz. Hıza odaklı bir çağda zamanın nasıl geçtiğini anlamadan yaşayıp gidiyoruz. “Yıllar ne çabuk geçti” diyoruz sonra… “Uyuduğumuz” için yaşıyoruz bu hissi. Oysa aşmamız gereken bir benlik, üstesinden gelinmeyi bekleyen sorunlarımız var. Hepsi birer ders içeriyor. Hayat, biz adım atmazsak bize bir şey öğretmiyor. Otuz yıl sonra bir arkadaşımızla karşılaşıyoruz ve onun bir adım bile ileri gitmediğini görüyoruz. Nedeni işte bu. Kendini hiç zorlamamış, hiç cesur bir adım atmamış, hiç aynaya bakmamış…

Oysa hayat kazılmayı bekleyen bir antik kent gibi. Kazarsak kim bilir ne tapınaklarla, ne büyük eserlerle, ne büyüleyici yapılarla karşılaşacağız. Hayatı bir arkeolog gibi kazın. Korkusuzca içine dalın. Kendinizle yüzleşin. Başkalarını boşverin. Biricik hayatınızda size verilen o gizli hazineyi bulup çıkarın ve insanlığa armağan edin.