“Tek başına bir insan neyi değiştirebilir ki?” veya “Bir kahraman gelse de bizi kurtarsa!”
Bu ifadeleri kullandığınız, duyduğunuz veya aklınızdan geçtiği mutlaka olmuştur çünkü aslında ikisi aynı kapıya çıkıyor. Ya kendimizi, irademizi değersizleştiriyoruz ya da bireysel bir iradeye teslim olmak istiyoruz. Oysa her birimiz birer kahramanız. Her birimiz aldığımız basit kararlarla birçok şeyi değiştirebiliriz. En azından kendi hayatımızı değiştirebiliriz. Milyonlarca insan hayatını “rutinin dışına çıkarak” değiştirdiğinde dünya da değişmek, bunca insana inanın ayak uydurmak zorunda kalacak. Nasıl mı?
İçinde yaşadığımız bu düzen doğduğumuzda bize tesadüfen bir hayat sunuyor. Hatta dayatıyor diyebilirim. Bu zorunluluklarla dolu bir rutin. İşte bu rutini kırıp bunun dışına çıkabilen insanlar bu dünyayı değiştirenler. Yazarlar, bilim insanları, sanatçılar, düşünürler… Kimisi düşünerek, yazarak, kimisi bir şey icat ederek, kimisi alternatif bir hayat kurarak yapıyor bunu. Ancak bu rutinin içinde kalarak bu dünyayı değiştirmemiz mümkün değil. Bu düzenin yani kurduğumuz medeniyetin rutin hayatı bizi bir kuyu gibi içine çeken, zamanın nasıl geçtiğini anlamamızı engelleyen bir zehir. Bizi kör ediyor. Bir bakıyoruz otuz yıl geçmiş. O yüzden uyanıp bu gezegen için, kendimiz için, çocuklarımız için, gelecek için bir şeyler yapmanın tam zamanı. Üstelik bu, inanın insana iyi gelen bir şey. Yani kendini var etmek. Kendini yaratmak. Yaratıcılık. Evet, alternatif bir hayat kurmak yaratıcı bir eylemdir.
Yaratıcılık sadece sanata atfedilen bir şey olarak görülüyor. Oysa yaratıcılık her yerde. Mutfakta yemek yaparken, hayatınızı değiştirmeye karar verdiğiniz anda, tuttuğunuz günlükte, permakültürle ilgilenmeye başladığınızda, çocuğunuza doğa sevgisini anlatan bir kitap okuduğunuzda, işe bisikletle gitmeye başladığınızda, çöpünüzdeki plastikleri, kartonları kağıt toplayanlar için ayrı torbaya koymaya başladığınızda, kendi yoğurdunuzu yaptığınızda, elektronik aletlerle daha az vakit geçirdiğinizde ve her an her yerde başlayabilir yaratıcılık. Bunlar basit şeyler ama büyük şeyler.
Birey olarak aldığınız her karar insanlık için alınmış bir karar olabilir. Dünya gezegeni, kirli siyasetlerin büyük şirketlerle işbirliği yaptığı için geldiğimiz noktada bir kriz yaşıyor. Bülent Şık’ın dediği gibi; bir çöküş gelecekte değil, çöküşün, krizin tam da içindeyiz. Yine de geleceğe umutla bakabilir miyiz peki? Bakmak zorundayız. Yaşama ve bu hayata tutunma sorumluluğumuzu almalı, her an yaşamı yeniden yarattığımızı unutmadan hareket etmeliyiz. Başka seçeneğimiz yok.
Bu düzen, küçük bir azınlık bolluk içinde yaşasın diye çoğunluğun süründüğü bir sistem. Bu düzen aynı zamanda bir mücadele düzeni. Bir açıdan iyilikle kötülüğün savaşı, bir açıdan yaşamdan yana olanların yaşama düşman olanlara karşı verdiği mücadelenin düzeni. Dibi görünmese de asla vazgeçilmeyecek bir mücadele bu çünkü adı; insanca yaşama mücadelesi.
İhtiyacımız olan şey kolektif hareket etmek. Kolektif işler yapmak. Biz olabilmek. Yaşadığımız yeri sahiplenmek. Buna “ben” olarak başlasak da, meseleye “biz” olarak bakabilmeliyiz. “Biz” çok şey yapabilir. “Biz” dünyayı değiştirebilir.
Ben hayatımı değiştirebilirim. Biz apartmanımızı, mahallemizi değiştirebiliriz. “Ben” “biz” olursa inanın çok şey başarabiliriz. O zaman mücadele üzerine düşünmeye, yaratıcılığa, yazmaya, rutini kırmaya, bisiklete binmeye, şehri terk etmeye, doğru bilginin peşinden koşmaya, kendimize hata payı yapma imkanı vermeye, cesarete, korkusuzluğa, aşka ve inadına var olmaya devam!