Ruh Yorgunluğu, Palomar ve İnziva

» Köşe yazarları » Ruh Yorgunluğu, Palomar ve İnziva

Iraz Şensöz yazdı…

 

Orhan Pamuk verdiği bir röportajda söyle diyor: “Belki benim için paradoks şudur: Gençken insanlar çok yaşamak, dolu dolu yaşamak, hayatı kucaklamak gibi kavramlarla düşünür. Bense o zamanlar hayata bu çeşit dolaysız saldırmayı biraz vahşice bulurdum. Hayatın kendisini de vahşice bulurdum. Artık bu vahşeti birazcık “olgunlukla”, gülümseyerek karşılıyorum.”

Ben Orhan Pamuk gibi değildim. Hep söylerim; hayata büyük bir açgözlülükle saldırdım. Yaşadım. İnsanları sanırım ikiye ayrılıyor; gençken hayata saldıranlar ve kırklarından, ellilerinden sonra hayata saldıranlar. Ben artık Calvino’nun Palomar’ı gibiyim. Bazen uzaktan, bazen büyüteçle izliyorum hayatı. Hatta yazmak eylemi bile büyük bir aksiyon gibi geliyor. Sadece izlemek yetiyor. Eylemsiz veya atalet içinde değilim ancak yazma eylemiyle ve yaşamakla ilişkim böyle artık. Az yaşamak, az yazmak üzerine kurulu bir hayat bana çekici geliyor. Dinlendirici geliyor çünkü belki de Türkiye gibi bir ülkede yaşadığım içindir. Hayat bu coğrafyada o kadar büyük, grotesk, kaba, şiddetli, sert ki. İnsan gündelik hayatında sadece durmak istiyor. Durmak ve biraz olsun dinlenmek. Dinlendiren eylemler yapmak, sakin kalmak, sessiz kalmak, hatta göze batmamak. En azından ben böyleyim. Memleketin hediyesi; ruh yorgunluğu da diyebiliriz buna.

Kişisel bir yazı bu ancak biliyorsunuz her şey politiktir. Kendimden bahsederken de birçok insana ses olduğumu hissederek yazıyorum aslında. Yorgunuz çünkü.

Böyle bir dönemde ne yazacağını, ne yaratacağını şaşırıyor insan. O yüzden en kişisel olan zaten en toplumsal olanı anlatıyor kendiliğinden. Hep buna inandım. Belki de roman yazmayı bu yüzden sevdim. Bugüne kadar tek roman yazdım; Sincaplı Buda. O dönem beni iyileştirdi. Son zamanlarda yazdığım hikâye daha şaşırtıcı oldu. Bitirebilirsem tabii belki bir gün okursunuz.

Hayatı yaşamak, insanlarla zaman geçirmek güzel olsa da hemen ardından içime kapanmak, bir süre yalnız kalmak istiyor, en yakınlarım dışında birini görmek istemiyorum. İnziva iyidir. Bir kedi gibi, insanlardan bana geçen her türlü enerjiyi uyuyarak ve yalnız kalarak atma ihtiyacı duyuyorum.

Hayatı bir insan olarak tecrübe etmek gerçekten ilginç aslında. Kontrol edebildiğimiz şeyler sınırlı. Bilinç seviyelerimiz farklı. İç dünyalarımız bambaşka. Birbirimize hem çok benziyor, hem de hiç benzemiyoruz. Benzerliklerimiz de farklılıklarımız da bu dünya düzeninde bize karşı kullanılabiliyor. Oysa ortaklıklarımız, dayanışma duygusu hayatımızı kolaylaştıracaktır.

Konuyu dağıtmak istemiyorum. Ne diyordum? Gençken hayatı dibine kadar yaşamış olmak, ömrün ikinci yarısında ister istemez bir dinginliği ve dengeyi getirebiliyor. Elbette bu herkeste böyle olacak diye bir şey yok. Bende böyle tezahür etti sadece.

Değişiyoruz. Büyüyoruz. Tekamül ediyoruz. Hayat her şeye rağmen mucizevi ve büyüleyici. İnsanın iç dünyasını, yeteneklerini keşfetmesi ve üretmesi de öyle. Hatta hayatın amacı sanırım sadece bu. Gerisi bundan sonra zaten geliyor. Yani; kendini keşfetmek çünkü aslında bu dünyaya verebileceğimiz hazine içimizde saklı. Vicdani yaşama biçimleri olan sosyalizm veya anarşizm de bunun üzerine kurulu aslında. İnsanlar ancak böyle ortamlarda kendini keşfedebilir. Yaşadığımız bu çağda kendini keşfettiğini, “büyük insan” olduğunu gördüğünüz insanlar inanın ya müthiş bir aileye doğmuşlar, ya kendilerini aşmışlar ya çok şanslı olmuşlardır veya hepsi bir araya gelmiştir. İnsanların büyük bir kısmı bu dünyada kendine yabancı olarak yaşıyor ve kendine yabancı olarak bu dünyadan göçüyor. O yüzden kendinizi dinlemeyi ihmal etmeyin. Bunun nasıl olacağını ise gelecek hafta anlatmaya çalışacağım.