Entelektüel olmak deyince sanırım en çok Edward Said’in bahsettiği amatörlük kavramını seviyorum. Heyecanla yeni şeyler keşfetmek ve bunları amatör bir ruhla paylaşmak.
Sadece kendi alanında değil, seni heyecanlandıran başka alanlar üzerine de düşünme cesaretini göstermek, farklı kavramları çarpıştırmak, birleştirmek ve daima üretmek. Peki, nasıl?
Entelektüellik, biraz “kurnazca” nerede, ne zaman, kime çomak sokacağını bilmekle de ilgili gibi geliyor bana.
Muktedirin gerçek yüzünü göstermekle ilgili. Her koşulda adaleti savunmakla, bunu da slogan atılacaksa bile zekice yapmakla ilgili.
Mesele entelektüel bir kadın olmaya gelince…
Alanı sınırlayalım; Türkiye’de bir kadının yazar olmasından söz edelim mesela. Karşımıza ataerkil erkek zihniyetinin hayatı zorlaştırması çıkıyor. Bu kimi zaman bir baba, kimi zaman koca, kimi zaman başka bir yazar veya editör, bazen de herhangi bir muktedir oluyor.
Kadınların literatürde, tarih sahnesinde neden daha az göründüğünü mutlaka siz de düşünmüşsünüzdür. Modern hayata bakınca ne görüyorsunuz? Ben şunu görüyorum: her şeye yetişmeye çalışan kadınlar ve sadece işine odaklanmış bir erkek. Buradaki kilit kelime “odaklanma.”
Kadınlar nadiren tek bir şeye odaklanabiliyorlar çünkü gündelik hayat onları çocuklar, aile, eş hatta iş arasında bölünmeye itiyor. Biliyorsunuz; odaklanamazsanız hiçbir alanda ama özellikle entelektüel alanda başarı yakalamanız mümkün değil.
Virginia Woolf, artık modern bir klasik olmuş “Kendine Ait Bir Oda” isimli metninde şöyle der: “…eğer kurmaca bir metin yazmak istiyorsa, bir kadının parası ve kendine ait bir odası olmalıydı.”
Woolf haklıydı.
Paramız ve bir odamız olmalı. Ne anlamlı bir imgeye dönüştü bu oda, değil mi? Bir yazarın en çok ihtiyaç duyduğu şeydir yalnızlık ve sessizlik. Odaklanmış bir zihinle, kendine ait, kimsenin onu rahatsız etmediği bir zaman diliminde derinleşmek, düşünmek ve üretmek.
Evli veya sevgilisi olan erkekler genelde bu konfora ulaşabiliyor. Kadınlar erkeklere bu alanı yaratıyor. Peki, mesele bir kadın entelektüelin hayatı olunca neden olaylar böyle gelişmiyor?
Kadınların sokakta rahat yürüyememesinden tutun da, üretecek zaman ve mekan bulup kendi kendine kalamamasına kadar…
Kadın olmanın zorluklarına neden olan her şey elbette kendini aşmaya, varlık-yokluk kavgasının dışına çıkıp entelektüel bir direnç göstermeye çalışan kadınlar için de geçerli. Hatta entelektüel kadınlar, birçok şeyle aynı anda mücadele ediyor. Kendileri buna dahil çünkü gündelik hayatın hayhuyu içinde ruh sağlıklarını da dengede tutmak zorundalar.
Sadece kendilerini değil, varsa çocuklarını, bazen yaşını almış annelerini ve babalarını hatta eşlerini bile kontrol etmek, yönetmek zorunda kalıyorlar.
Kendilerine yüklenen ev işleri ise asla geçiştirilecek bir konu değil. Tüm bunlardan sonra geriye kalan halleriyle okumaya, yazmaya, kendi seçtikleri alanda yaratmaya çalışıyor entelektüel kadınlar. Gayeleri yaşadıkları yerde, var oldukları toplumları olumlu anlamda dönüştürmek, “iyileştirmek” çünkü sanat ve edebiyat her zaman iyileştirir.
O yüzden entelektüel bir kadın gördüğünüzde, hikâyesini mutlaka öğrenin; binbir zorlukla aşılan yollardan geldiğini göreceksiniz.
Şunu unutmayın; bugün üzerinde yaşadığımız medeniyet öyle ya da böyle biraz da kadınların yaptığı “görünmez” işlerle bugünlere geldi.
Yaşadığımız bu hayatın arızaları da kadınların dokunuşu olmadan çözülemez.
Kadınların, özellikle de entelektüel kadınların hayatının daha kolay olacağı bir dünya özlemiyle…
Haydi erkekler, o çok sevdiğiniz, akıllı kadına bir kahve yapın ve bir süreliğine susup onu kendi odasında yalnız bırakın.