Yaratıcı bir zihin, kısıtlayan düşünce kalıplarını serbest bırakır. Kendine yeniye açık olma, hayal etme izni verir. Peki, okul gibi kuralların, kalıpların, ezberin hatta baskının olduğu bir ortamda yaratıcı olabilir miyiz?
Bu pek mümkün görünmüyor.
Sizce neden yaratıcılığa ihtiyacımız var? Hiç düşündünüz mü?
1. Teknolojiden tıbba, mühendislikten sanata her alanda insanlığa fayda sağlayacak ürünler yaratabilmek için,
2. Hayatı kolaylaştırmak ve güzelleştirmek için,
3. Değişen insan algısına uyum sağlayıp bir kavramı veya bilgiyi söylenmemiş şekilde söyleyebilmek için,
4. Bazen sadece kendimizi ifade etmek için…
Bu maddeleri çoğaltabiliriz.
Kısaca yaratıcılık olmadan insanlık gelişemiyor. Okul denen kurumu değiştirmek, dönüştürmek zorundayız.
İnsanlık tarihindeki birçok değerli yaratıcı insanın akademiyle, okulla ilişkisi zayıftı veya yoktu.
Okulu ekmişlerdi onlar. Aralarında hiç okula gitmeyen oto-didakt (kendi kendine öğrenen, kendini eğiten) insanlar da vardı.
Bugünkü okul oluşumunu sorgulamamamız gerekiyor bence.
İnsan yaratıcı bir varlık. Bu, doğasında var.
Sormamız gereken soru şu: Henüz okula gitmemiş, sınırlanmamış, zihni kısıtlanmamış bir çocuğun yaratıcılığını nasıl destekleyebilir ve geliştirebiliriz?
Çocuklara özgürlük vererek.
Onlara parmak sallamadan önce durup düşünün. Sizin daralmış zihninizin alamayacağı ve bu yüzden size ters gelen bir eylemi yaptığında ona öfkelenmeden önce durup düşünün.
Suratınıza bir kaşık pilavı atıyor olsa bile…
Çocuğum şu an ne yapmaya çalışıyor? Yoksa bir şey mi yaratmaya çalışıyor? Kendini ifade etmeye mi çalışıyor? Derdi ne? Kaç yaşında bu çocuk? Ben ona nasıl davranıyorum?
Çocuklar tek hazinemiz. Onları anlamaya çalışmalıyız.
“Eğitimli”, bir öğrenim görmüş, genç ebeveynler/ anneler çocuklarının eline telefonu verip işine gücüne bakıyor.
Okuldaki kurallardan kaçan çocuk hayatından memnun çünkü kendisine sanal, eğlenceli, bedensel efor gerektirmeyen, pasif bir kaçış/ özgürlük alanı bulmuş oluyor.
İşin kötü tarafı bu gerçek bir özgürlük değil, aksine bir tutsaklık. Bu tuzağa biz yetişkinler de düşüyoruz ancak “okul ve ekran” ikilisi arasında yaşayan bu çocukların dünyayı nasıl şekillendireceği tartışma konusu.
Oysa ilk yazıda da dediğim gibi, çocukların okulu ekmeye, “olmayan” parklarda, çimlerde, bahçelerde koşup oynamaya ihtiyacı var.
Ancak o zaman içlerindeki o özgürlük duygusuyla ve yaratıcılıkla karşılaşabilirler.
Ancak o zaman gerçekten kendilerine/ insanlığa faydalı bireyler olabilirler.
Ancak o zaman sürüden ayrılabilirler. Tabii bunun için önce ebeveynlerin sürüden biraz ayrılması gerekiyor.
Ebeveynlerin çocuklarıyla bir ekip olup okulu ekmesi, kendilerini gerçek anlamda özgür hissedecekleri şeyleri yapmaları lazım. Bu hayatî bir öneme sahip.
Hafta sonlarını AVM’lerde geçiren aileler sürüsünden ayrılın. Çocuğunu ekrana hapseden ebeveyn sürüsünden ayrılın.
Çocuğunuzla birlikte evin duvarlarını boyayın, yemek yapın, mümkün olduğunca açık alanlarda telefonsuz vakit geçirin.
Okulsuz günlerin sayısını artırın, “Bir Başka Okul Mümkün” gibi oluşumları takip edin, destekleyin, oluşturun.
Yoksa nasıl bir dünya bizi bekliyor düşünmek istemiyorum.
Umutsuz değil, kaygılıyım.
Siz de kaygılanın.
Biraz kaygı harekete geçmek için elzemdir.