Tanrım, biz basit insanlardık,
Mal alıp satmaktı bizim işimiz
(ve kimsenin almayı düşünmediği
mallardı ruhlarımız)
Kumaşın kenarına bakıp paha biçmezdik
ölçtüğümüz kumaşta bile hile olmazdı
hiç yarı fiyata satmaya kalkmazdık
kalan parçaları
Buydu bizim günahımız.
Yalnız iyi mal alıp satmaktı bizim işimiz
hayatta bir küçük köşemiz olsun bu bize yeterdi
değeri çok olan eşya hayatta az yer tutar
Biz nasıl bir ölçü kullandıysak, şimdi sen de
bizi o ölçüyle yargıla.
Biz mülkümüze mülk katmadık.
Tanrım, biz kötü tüccarlardık.
D. I. Antoniou, Kötü Tüccarlar
(Çeviri: Cevat Çapan)
Böyle bir dünyada yaşamaya çalıştığımız için hepimiz biraz “tüccarız”. Bu hayat en az bir şeyin “tüccarlığını” yapmamız üzerine kurulu. En basitinden kendimizin “tüccarıyız.” Kendimizi “satmaya” çalışıyoruz çünkü bu hayat bunun üzerine kurulu. Para. Böyle bir dünyada “tüccar” olmamak mümkün mü? Ben Antoniou’nun şiirinden en çok bunları anlıyorum. Bu hayatta “temiz” kalmaya çalışan insanları anlatıyor sanki şair. İşte onlar ancak kötü tüccarlar… Onlar bu hayata ayak uyduramayanlar. Ben de kendimi onlardan biri olarak görüyorum. Ya siz?
Kötü tüccarlar, hayatla bir meselesi olan, bir dert üzerinden hayatı okuyan, aslında bir anlamda hem tutunmak isteyen hem de bunu pek beceremeyen insanlar. Böyle insanları çok sever, kendime yakın bulurum. Birçoğumuz böyleyiz ama hepimiz bunun ayırdında değiliz. Bunun bilincinde olmak lazım çünkü ancak o zaman anlamlı bir hayat inşa edebiliriz.
Hayatla ve insanlarla kavgası olmak değil sözünü ettiğim. Aksine; ancak hayatla ve insanlarla kavgasını bitirmiş biri, hayata artık bir mesele üzerinden bakabilir. Artık gündelik hayattaki zararlı ilişkileri aşmış, kendini tanımış biri böyle durabilir. Hedefe gözünü dikmiş bir dart oyuncusu gibi, gözünü toptan ayırmayan bir futbolcu gibi, uğraştığı iş neyse, bir zanaatkâr edasıyla, sabırla onunla ilgilenen biri bahsettiğim. Hayatta kişisel hikâyesiyle yer almak yerine ürettikleriyle var olmayı seçmiş, kibirden azade, mütevazı bir varoluş…
Bence erdemin, kemâlin tanımı buralarda gizli. Kendini aşma cesaretini ve azmini göstermiş insanlara hep çok saygı duydum. Hayattaki yaşama-çalışma-yazma amacım da önce iyileşmek, sonra kendimi sürekli olarak aşmak.
Biz kötü tüccarlar, böyle bir hayatta kendimize mümkün olduğunca mütevazı, kendi halinde, sakin, sevimli köşeler yaratmaya çalışıyoruz işte. Biz aynı zamanda küçük keyifleri olan, ehli keyif diyebileceğimiz insanlarız. Bu gündelik ritüeller bizim için yaşama saygı duruşunda bulunmak demek. Kendini göstermek, görünmek, görünür olmak bu çağın tuhaf hastalığı. Bir yandan dünya o kadar küçük, herkes o kadar yakın ki, mesela bir yazar okurlarına ilk sosyal medya üzerinden ulaşıyor. En çok ekrana bakıyoruz. Dijital bir çağda baktığımız yerde olmaya çalışıyor –biz dahil- herkes. Bunun için kim kimi suçlayabilir ki? Yine de her yerde olduğu gibi burada da ahlaki bir duruş sahibi olmak mümkün.
Aklıma ara ara takılan bir soruyla bitirmek istiyorum bu haftaki yazımı; Gerçekten görünür olmadan, belki de bir ömür boyunca her şeyden uzak bir kulübede üreterek var olmak mümkün mü? Bu dünyadan böylesine kopmak mümkün mü ve gerekli mi? Hadi şimdi, bu çizginin sınırlarını, inceldiği, kalınlaştığı yerler üzerine düşünelim.