Anasının ördüğü çoraplar lime lime olmuş, ayak parmakları dışarı fırlamıştı. Yara bere içindeydi. Paramparça çarıklarının arasından kan sızıyordu toprağa.
Kırk yama bir üniforma vardı sırtında, Balkan Harbi’nden kalma… Elindeki tüfeğin kaç savaşa girdiğini dahi bilmiyordu…
Balkan Harbi, Çanakkale, Kurtuluş Savaşı… O cephe senin bu cephe benim.
Yegane cephanesi iki şarjör mermi ve namlunun ucundaki süngüydü… Sırtındaki melbusat çantasında ise bir parça kuru ekmek, birkaç tane akide şekeri ile altları kopuk bir çift potin vardı.
Yıllar önce; anası, babası, iki küçük kız kardeşi ve karısı Hatice ile üç yaşındaki oğlu Hasan’dan helallik alarak düşmüştü yollara…
Dudaklarında bir türkü vardı;
“Giydim çarıklarımı, gel bağla bağlarını;
Terk ettim gidiyorum, memleket dağlarını!”
İnancı aklının önündeydi! Ölüm onun için hazin bir son değil, tam tersine yeni ve mutlu bir başlangıçtı!
Aklına, oğlu, karısı, anası, babası, bacısı geldikçe iç geçiriyor ve hıncı kat be kat daha artıyordu… Tek amacı vardı; vatan toprağını düşmandan temizlemek. Ve küçük Hasan’ın, özgür bir ülkede insan gibi yaşamasını sağlamak. Çağdaş, modern bir ülkede… Kimsenin kimseyi ezmediği, herkesin hakça üretip, hakça paylaştığı, düşmanlıktan ve düşmanlarından arınmış tam bağımsız bir ülke bir vatan toprağı…
Hayatında ne traktör resmi görmüş ne de yanık benzin kokusu duymuştu…
Ne uçak yolculuğu yapmıştı ne de adına internet denilen sanal âlemde sörf…
Ne “fastfood” ne hamburger… Televizyondan dahi bilgi sahibi değildi…
Habersizce ardına düştüğü hayallerin kendi evlatlarının geleceği olacağını ve bu süreçte onların, neleri nasıl yaşayacağını da bilmiyordu. Hepsi bir hayal, bir rüyaydı onun için. Yaşamının en dramatik yanı da buydu zaten. Bütün bunları asla bilemeyecek ve göremeyecekti…
Mehmet, 30 Ağustos 1922 sabahı çıktığı bu yolda vatan uğruna yediği bir kör kurşunla düştü toprağa… Ve bugün tıpkı Nazım’ın söylediği gibi; “Yatar toprağın altında upuzun kara dallar gibi çürür ölüler… Toprağın altında sağır kör, dilsiz…”
Ama onun rüyasında yaşayan bizler, yanık benzin kokusunu da duyduk, traktörlerin resmini de çizdik, onlarla tarla da sürdük… Uçağa da bindik, internette sörf de yaptık…
Ne kadar tartışılsa da yine de özgür bir ülkede yaşıyoruz… Demokrasimiz, adaletimiz ve özgürlüğümüz her ne kadar yeterli olmasa da bir kez aldık bunların tadını, artık vazgeçmemiz mümkün değil!
Ve nihayet; Mehmet ve arkadaşlarının, Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde “canı bahasına” inanılmaz bedeller ödeyerek bugün bize emanet ettiği Türkiye Cumhuriyeti’ni ilelebet yaşatacağız. Ne dışarıdan gelecek tehditlere boyun eğecek ne içerideki bedhahlara eyvallah diyeceğiz. Ne teslim olacağız ne de bu Cumhuriyeti teslim edeceğiz!
30 Ağustos Zafer Bayramımız kutlu olsun!