Eğitim-öğretim konusu son derece önemli. Geçtiğimiz hafta, Milli Eğitim Bakanı Mahmut Özer, “Bu eğitim sistemi ne çektiyse toplumsal mühendislik projelerinin eğitim sistemine yansıması olan yanlış eğitim politikalarından çekti” diye bir açıklama yaptı. Bu cümle tek başına ele alındığında; bakan sisteme veryansın ediyor, özeleştiri yapıyor algısı ortaya çıkıyor. Bu bağlamda, “20 yıldır bu ülkeyi dedem mi yönetiyor?” şeklinde bakana yüklenenler de oldu.
Cümlenin devamına bakıldığında konunun bambaşka noktalara çekilmeye çalışıldığı görülüyor. Bakanımız devam cümlelerinde şu ifadeleri kullanmış:
“İşte kat sayı uygulaması da bunlardan bir tanesiydi. İmam hatip liselerinin ve meslek liselerinin yükseköğretime erişimini engellemek için yapılan bu müdahalenin maliyetini bu toplum çok büyük bedeller ödedi.”
Bakanımız devam cümlesinde sistemdeki bütün bozuklukların ihalesini “katsayı uygulamasına” bırakıyor. Yani, eğitim sistemindeki sorunların 20 yıl öncesinden kaynaklandığını, bakanlığın şimdiye dek (20 yıldır) ortaya çıkan sorunlarla bir ilgisi olmadığını anlatmaya çalışıyor. Hal böyle olunca bu konuyu biraz kurcalamakta yarar görüyoruz…
Bir çocuğa bırakılabilecek en güzel miras iyi bir eğitim almasını sağlamaktır. Bilinçli ebeveynlerin önemli bir bölümü çocuklarının iyi eğitim alması için gerekenleri yapma eğiliminde…
Çeşitli sebeplerle devlet okullarındaki eğitim-öğretim kalitesi giderek düşüyor. Bu durum ailelerin ana sınıfından başlayarak özel öğretim kurumlarına yönlenmesine sebep oluyor. Çocukları özel okullarda okutmanın yanı sıra özel dersler ve bazı sınavlar için dershane maliyetleri de önemli bir ekonomik özveri gerektiriyor…
Sonra ne mi oluyor? Bir şekilde eğitim hayatı tamamlanan gençlerimiz, iş bulabilmek umuduyla bir takım sınavlara giriyorlar. Sınavlarda olanlar malum… Dün fetö, bugün ise başkaları (aynı şeyin laciverti) gençlerimize kumpas kurmakla meşgul. Sınavlarda haksız rekabete rağmen başarılı olanlar da mülakatta “referansı olmadığı için” eleniyorlar…
Hayalleri çalınan ve umutları tükenen gençler bu durum karşısında ülkeden çıkma yolları arayışındalar. Bu durum, ülkenin geleceği için ciddi bir tehlikenin de habercisi…
Madem sayın bakanımız kanayan yaraya kendi penceresinden parmak basmayı tercih etti. Biz de modaya uyarak kaseti geriye doğru saralım.
Bir zamanlar, öğretmenin yaşadığı toplumda “rol model” olmasını sağlayacak bir yapı kurulmuştu. Merak edenler “köy enstitüleri” konusunda yazılmış yayınları okuyabilirler. Bu yapı, kimi yobaz çevrelerin baskısıyla imha edildi. Eğitim-öğretim alanındaki en önemli “geriye gidiş” bu şekilde başlatıldı.
Sonrasında gariban ama zeki çocuklar için önemli bir olanak durumunda olan “devlet parasız yatılı” sisteminin ayarlarıyla oynandı. Bununla birlikte dini bütün nesil yetiştirme iddiasıyla dağ taş imam-hatip okullarıyla donatıldı…
Üzerine, öğretmenlerin atanma konusundaki politikalar ve ücret politikası tüy dikti. Atanamayan öğretmenlerin sorunları herkesçe biliniyor. Öğretmen maaşlarının başta vaiz maaşları olmak üzere birçok kamu personeli maaşlarının altında olduğu da belirtmekte yarar var…
Bu kadar din temelli eğitim politikaları sonucunda yolsuzlukların kanıksandığı, yalanın-dolanın ve hırsızlığın ciddiye alınmadığı bir yapının ortaya çıkması ise tam bir paradoks niteliğinde. Bu da bize önceliğin dinde değil; ahlakta olduğunu açıkça gösteriyor. Başka bir deyişle, toplumsal kurallara saygılı ve ahlaklı bireyler yetiştirmek için imam hatip ve benzeri zorlamalar hiçbir işe yaramadığı gibi tam tersine dini duyguların dejenere olmasınaneden oluyor…
Objektif yöntemlerle planlama yapılmadan eğitim öğretim sisteminin ayarlarıyla oynanmasının, kaynakların heba olmasına yol açtığı açıkça ortada. İlk olarak yapılması gereken, gelecek 20, 30, 40 yıllarda ülkede ne kadar tornacı, marangoz, kaynakçı, muhasebeci, öğretmen, hemşire, imam, doktor ve benzeri mesleklerden yetişmiş elemanı ihtiyacımız olduğunu ortaya koymak…
Sistem, çocukların yetenekli oldukları alanları tespit edebilecek şekilde kurgulanmalıdır. Bu konuda özellikle Alman modeli değerlendirilebilir. Ezberci eğitim terk edilerek, sorgulayan ve fikir yürüten bir nesil yetiştirilmesi ortamı yaratılmalıdır…
Başta eğitim-öğretim olmak üzere sistemdeki yozlaşmanın sadece gençlerin değil; doktor, mühendis gibi yetişmiş nitelikli işgücünün de yurtdışına gitme sürecini akıl almaz derecede hızlandırdığı hepimizin malumu.“Giden gider” tarzı klişe bir yaklaşımın doğru olmadığını birilerinin haykırması gerekiyor. Zira bu gidişat toplumuzun gelecek 20-30 yılını ciddi şekilde etkileme potansiyeline sahip.
Salgının artma eğilimine girdiği şu sıralarda hastanelerin acil servisine gidenler, bu durumun etkisini çıplak gözle görebiliyorlar. Hastanelerde yaşanan sorunların şimdilik “fragman” niteliğinde olduğunu görmek için ortalama bir zeka düzeyine sahip olmak yeterli…
Göz göre göre yanlışı savunmak su katılmamış ahmaklıktır; yanlıştan dönmek ise erdem. Zaman geçirmeden Başta eğitim-öğretim olmak üzere birçok alanda reform yapılması şart! Bizden söylemesi…