Aralıklı yazı yazmanın en zor tarafı, gündemi kaçırmanız. Ortaya çıkan gelişmelerle ilgili olarak yazmayı tasarladığınız, hatta kısmen yazdığınız bir konunun sizden önce başkası tarafından yazıldığını görmek son derece heves kırıcı. Geçtiğimiz hafta da benzeri bir süreçle karşılaştım. Hazırladığım yazının neredeyse aynısı başkaları tarafından yayınlanınca yayınlamanın bir anlamı kalmadı.
Bu nedenle hiçbir zaman eskimeyen bir konuda yazmaya karar verdim. Efendim, konumuz demokrasi ve siyaset. Herkesin kendisine göre eğip büktüğü, bir alan. Öyle ki, bilgili-bilgisiz, ilgili-ilgisiz, diplomalısı-cahili bir otorite edasıyla üzerinde konuşabiliyor…
Konu olarak demokrasi ve siyaseti seçince, yazacağım yazıyla “kuş kondurmam” gerektiği evhamına kapıldım. Beklenti yüksek olunca kendimi okumaya ve izlemeye verdim. Bir de ne göreyim? Birileri bu konuda bir şeyler söylemiş. Ben de işin kolayına kaçıp, onların söylediklerini aktarmaya karar verdim…
Fransız Devrimi ve aydınlanma hareketine büyük katkı sağlayan yazar ve filozof Voltaire ile başlayalım:
“Sıradan hırsız paranızı, cüzdanınızı, bisikletinizi çalar. Politik hırsız ise geleceğinizi, hayallerinizi, bilginizi, eğitiminizi, sağlığınızı, gülümsemenizi çalar. İkisi arasındaki fark; sıradan hırsız sizi seçer, siyasi hırsızı ise siz seçersiniz.”
Köy Enstitülerinin kurucusu İsmail Hakkı Tonguç:
“Köylü eğitilmeden, işçiye iş verilmeden, herkesin toprağı olmadan demokrasi gelmez. İki çeşit demokrasi vardır. Gerçek demokrasi için halk sıkı eğitimden geçirilir. Biz ise Amerikan demokrasisini seçtik. Bir sandığa kağıt attık. Bunun adı demokrasi oldu.”
Tarihçi ve yazar Yuval Noah Harari’ye bir televizyon programında yöneltilen “insanlar neden popülist liderleri seçer” sorusu üzerine verdiği cevap:
“Çünkü bu bilinen en eski numaradır: Böl ve yönet! Bir diktatörü güçlendirecek şey toplumu bölmek ve vatandaşlar arasındaki güveni sarsmaktır.
Çünkü demokrasinin çalışması için vatandaşların birbirine güveni gerekir. Demokrasilerde diğer partilerle aynı fikirde olmasam da hatta onların aptal olduğunu düşünsem de, kötü olamazlar. Bana zarar vereceklerine inanmam. Demokrasinin temeli budur.
Ve seçimleri kaybetsem bile sandıktan çıkan sonuca saygı duyarım. Ama diğer partilerin benim rakibim değil de düşmanım olduğunu düşünürsem, benim yaşam tarzımı yok etmek isteyeceklerine ve benim özgürlükleri yok edeceklerine inanırsam işte o zaman seçimleri kazanmak için yasal ya da yasadışı her şeyi yaparım. Ve kaybettiğimde seçim sonuçlarını tanımam. Böyle bir durumda iç savaş çıkar ya da bir diktatörünüz olur.
Bir diktatör halkın birbirine güvenmesini istemez, aslında tam tersini ister. İnsanlar birbirinden korkar ve nefret ederse, diktatörden kurtulmak için birlik olamazlar. Diktatörlük bu açıdan yabani ot gibidir. Her yerde büyüyebilir. Demokrasi ise narin bir çiçek gibidir. Yeşermesi için bazı şeylere ihtiyacı vardır. O şeylerden birisi, halkın farklı kesimleri arasındaki güvendir. Dünyadaki popülist yöneticiler ise aynı numarayı uygular. Farklı kesimlerin hassasiyetlerini kaşıyarak halkın bölünmesini sağlarlar. Bu yaraları iyileştirmek yerine, parmaklarını sokup genişletirler. Böylelikle halkın arasındaki güven duygusunu yok ederler. Ve sonra bu diktatörler bu gruplardan birinin liderliğini üstlenirler. Halk artık uyumlu bir topluluk değildir; birbiriyle kavga eden gruplara bölünmüştür. Ve belli bir grubun lideri olarak diğer grupları yok edeceğinin sözünü verirler.”