Nedir ağaç? İnsanlık tarihi boyunca neden bu kadar kutsal olmuştur? Neden böylesine anlam yüklenmiştir ona?
“Hayat Ağacı” kültü evrenseldir.
Bir ağacın altında kurban kesilir, ağaca çaput bağlayarak dilek tutulur. Ağaç, yağmuru getiren, gölge verendir. Hayat Ağacı inancı, dünyadaki birçok kültürde kutsaldır ve benzer anlamları vardır. Gençlik, mutluluk, canlılık, ölümsüzlük… Şamanların davullarının hayat ağacı odunundan yapıldığına inanılmıştır, elbiseleri hayat ağacı motifleriyle süslenmiştir. Hayat ağacı, üç kozmik âlem arasındaki bağın sembolüdür. Üç kozmik âlem; yeraltı, yeryüzü ve gökyüzüdür. Yani; ölüler âlemi, insanlar âlemi, tanrılar âlemi. Hayat ağacı ayrıca Tanrı’yı da sembolize eder.*
Mitoloji, dinler, inançlar… Büyük anlatılar ağaca böylesine anlam yüklerken bizim bugün bu kutsal varlıkla ilişkimiz nasıl? Hiç düşündük mü?
Apartmanın önündeki servi ağacı için “Bunun yüzünden antenim çekmiyor, kestireceğim bu ağacı.” diyen bir kadın görmüştüm. Belki kadının yaşından bile büyük bu ulu servi ağacının onun için zerre kadar değeri yoktu. O televizyonundan izleyeceği sabah programını düşünüyordu. Ya otel, villa, apartman yapmak için ormanları yakanlara ne demeli? Atfedilen bir kutsallıktan nerelere gelmişiz, öyle değil mi?
Oysa ne demişti Nazım “Yaşamaya Dair” adlı şiirinde?
“Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
yaşamak yani ağır bastığından.”
Bir ağaç umuttur. Bir ağaç dikmek yaşamaya dair bir umut beslemektir. Yaşamın ta kendisidir. Aslında bir insanın ağaçlarla kurduğu ilişki, onlara bakışı birçok şeyi anlatabilir. Bugün geldiğimiz yerde korkarım en çok umudumuzu yitirdik. Ağaçlar kesildikçe yaşamımızdan, ruhumuzdan, canımızdan birer parça koptu sanki. Kopmaya da devam ediyor.
Yoga yaparken birçok şekle gireriz. Vrikshasana (Ağaç Duruşu) da bunlardan biri. Kollarımızı dimdik yukarı kaldırıp ellerimizi başımızın üzerinde birleştiririz. Tek ayağımızı kaldırıp diğer bacağımıza dayarız. Bir ağaç gibi dimdik dururuz. Böylece bir ağacı anlamaya çalışırız. Bir ağaç olduğumuzu hayal ederiz, bir ağaç oluruz. Yoga öğretisi de ağacın kutsallığını tanır ve bir ağaç olmayı deneyimleme imkânı verir bize.
Buddha bir ağacın altında oturarak meditasyon yaparmış. Hatta o ağacın altında “aydınlandığı” söylenir.
Ağaç neden bu kadar önemlidir?
Dünya gezegeninin akciğerleri denir ormanlar için… Nâzım “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür, bir orman gibi kardeşçesine…” demişti Davet şiirinde. Bir ağaç tek başına bir hayattır. Üzerinde hayvanlar yaşar. Kuşlar ağaca yuva yapar. İnsanlar ağaçtan meyve toplar. Ağacın gölgesinde çiçekler açar. Tek bir ağaç bile bir sokağı değiştirir, güzelleştirir.
Doğa konuşur. Ağaçlar bize bir şeyler anlatır. Mesela bir ağaç ne kadar güçlü rüzgarlara maruz kalıyorsa gövdesi o kadar kısalır ve gövdesi kalınlaşır. ** Rüzgarların yönlerine göre ağaçların çukur, tümsek yerleri, eğimleri oluşur. Ağaçlarla rüzgarlar arasında böyle yakın bir ilişki vardır. Tüm ağaçlar hatta insanlar için geçerli bir fiziksel değişim özelliği değil midir bu? İklim bizim fiziksel ve tümüyle biyolojik özelliklerimizi etkiler. Biz de doğanın bir parçasıyız. Soluduğumuz havanın sıcaklığı, güneşli günlerin sayısı sadece fiziğimizi değil neşemizi bile belirler. Biz de ağaçlar gibiyiz. Bir aradayken orman gibiyiz.
Bir ağacın türünü, duruşunu, köklerini, yapraklarını bilerek oradaki iklim ve tabiat hakkında o kadar çok bilgiye sahip oluruz ki, böylece oraya uygun evler yapabiliriz, yapmalıyız. Ne zaman ne ekmeliyiz, ne zaman sulamalıyız, toplamalıyız? Dedelerimizin, ninelerimizin bildiği bu kadim bilgileri unuttuk. Oysa onlar bir ağacın, rüzgârın dilinden anlardı. Doğadan, ağaçlardan uzaklaştık ve beton binalara kapandık. Kendimize, doğaya yabancılaştık, mutsuzlaştık. Dünya gezegenini koruyabilmek hatta kurtarabilmek için doğayı anlamaya her zamankinden daha çok ihtiyacımız var.
Doğaya döndüğümüz, doğayı koruduğumuz, yabancı bir dil öğrenir gibi kitaplardan bir ağacın dilini öğrendiğimiz, ninelerimize kulak verdiğimiz günlerin çoğalması dileğiyle…
*Yakındoğu Demirçağı Uygarlıklarında Hayat Ağacı İnancı, Şenay Öztürk Ateş
**Doğanın İşaretlerini Okumanın Kaybolmuş Sanatı, Tristan Gooley