“Değmen Benim Gamlı Yaslı Gönlüme”, “Cemalım”,
“İnce İnce Bir Kar Yağar”, “Dağlar Dağladı Beni”, “Dumanlı Dumanlı Oy Bizim Eller”, “Bitliste Beş Minare”, “Kasımpaşa Kıyıları”, “Denizüstü Köpürür”, “Nem Kaldı”, “Garip”, “Mehmet Emmi”, “Haberin Var mı”, “Çeşm-i Siyahım”, “Atlının Türküsü”, “Hava Nasıl Oralarda”, “Kibar Gelin”, “Merdo”, “Kuşlar”, “Boşu Boşuna”, “Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz”, “Hasretinle Yandı Gönül”, “Hava Nasıl Oralarda”, “Hakim Bey”, “Ben Ölürsem Akşamüstü Ölürüm”, “Yapraklara Dallara”, “Aşk Olsun Çocuk”, “Gidenlerin Türküsü”, “Bekle Bizi İstanbul”, “Güzel Günler Göreceğiz Çocuklar”… Daha niceleri…
Her biri dillerden düşmeyen Edip Akbayram türküleri, şarkılarıdır.
Her biri marş olmuştur.
Hepsini de neredeyse ezbere biliriz…
xxxx
Adı Avanos’ta caddeye, Ankara-Yenimahalle’de bir parka verilmiş müziğimizin “kilometre taşlarından”
Edip Akbayram da,
bir 12 Eylül mağdurudur.
Maddi-manevi bir ambargo yaşamıştır yıllarca.
Buyrun;
kendisi anlatsın o günleri;
“Sanatçı barıştan yanadır, dünyanın tüm sanatçılarına bakın hepsi ‘barış’ ve ‘sevgi’ sözcüklerini kullanır. Bizler sanatçı olarak hep darbelere karşı olduk, evrenselleşmenin ve çağdaşlaşmanın temel direkleri bunlardır.
Darbenin ertesi günüydü.
İzmir Fuarı’nda çalışıyordum.
Beni gazinonun muhasebesine çağırdılar ve ‘maaşınıza zam, işinize son’ dediler.
Sebebini sordum,
‘sizi çalıştırırsak askerler burayı kapatır’ dediler.
‘Suçum nedir’ dedim “Sizin suçunuz;
solcu olmak” dediler…”
xxxx
Akbayram yıllarca işsiz kalır.
Gazino kadrolarında yer bulamaz.
Albüm yapamaz.
Kimse çalıştırmaz, konserlere çıkamaz.
Herkes vebalı görmüş gibi kaçar ondan.
12 Eylül cuntacılardan korktukları için!
Zor yıllar geçirir sanatçı.
Eşi Ayten’in bileziklerini, alyanslarını satar.
TRT de yasaklıdır sanatçı.
Şarkıları çalınmaz olmuştur.
TV programlarına da çağırılmaz.
Neredeyse 10 yıl ambargo uygular devlet kanalı…
xxxx
Edip Akbayram darbeden sonra çok büyük sıkıntılar yaşar.
Öyle bir hale gelir ki çocuğuna ayakkabısını alamaz, süt alamaz süt;
“Hiçbir zaman karamsar olmadım,
bu süreç içinde işkence yaşayan arkadaşlarımı gördüm, ülkesinden kaçanları gördüm. Bunlar utanç verici şeyler.
Ev kiram birikmiş, kimse iş vermiyor.
Üç ayda bir karımın bileziğini satıyordum. Oğlum Ozan’a ayakkabı alamıyordum.
Bu arada prodüktörler ‘Arabesk plak yap’ diyorlardı bana ama eşimle birlikte hiç teslim olmadık.
‘Her kışın bir baharı var’ dedik.
Düşünün, çocuğuna ayakkabı alamayan bir babaya iki daire teklif edildi, ama kabul etmedim.
Çünkü ben arabesk değilim.
Beni kimse satın alamaz.
12 Eylül rejimine direndim.
Bugüne kadar kimsenin sırtına basmadım.
Bu nedenle çok huzurluyum.’’
(Posta Gazetesi röportajından)
xxxx
Bugün faşist darbenin 43.yılı…
“Ayların en güzellerinden”
Eylül’e
hiç yakışmayan tarihtir 12 Eylül…
Kör karanlığın adıdır. Tarihin gördüğü en zalimin, eli kanlı cuntanın bu ülkeye yaşattığı zulmü, kıyımı yaşattığı gündür. Umutların, solun, yurtsever devrimcilerin “silindir gibi” ezilmeye çalışıldığı gündür 12 Eylül 1980.
“Hayatlarımızın kötü bir ressamın beceriksiz fırça darbelerine teslim edildiği gün”dür !
Gelişimini hâlâ tamamlayamamış demokrasimizde kara lekedir!
Faşist zihniyeti kurumsallaştırmıştır
12 Eylül…
Bugün kimse o cuntacıları hatırlamıyor, her biri tarihin çöplüğündedir.
Ama Edip Akbayram gibi asla çizgisini, duruşunu bozmamış “gür sesler” onurla gururla aramızdadır, şarkıları da dillerimizdedir.
Kaç kuşağın gönlünde yer edinmiştir o. Günümüzde de kendi ifadesiyle, “ezilenlerin melodik sesi olmayı” ödünsüz sürdürendir…