Böl ve yönet

» Köşe yazarları » Böl ve yönet

İdris Akyüz yazdı

İstanbul’da AKP’nin başkan adayı kim?

Murat Kurum mu Tayyip Erdoğan mı?

Ankara’da, Turgut Altınok mu?

Peki ya İzmir de… Hamza Dağ olabilir mi?

Hayır…

Bu sistemde bu arkadaşların hiç biri o illerde AKP’nin belediye başkan adayı değil. Kusura bakmasınlar ama hepsi memur…

Hepsi sayın Erdoğan’ın “tensipleriyle” görevlendirilmiş isimler…

Bir bakıma hepsi zahiri…

Yani hepsi sanal.

Hepsi varlıklarını Erdoğan’a borçlular…

Ne özgün bir yanları var ne de özgür iradeleri var…

Bu da demek oluyor ki; Tayyip Erdoğan sadece AKP’li Cumhurbaşkanı değil, aynı zamanda AKP’nin kazanacağı tüm illerin de belediye başkanı…

***

Bu tespiti yaptıktan sonra yıllar öncesini anımsadım..

1994 yerel seçimlerini.

Bugün de olduğu gibi o günlerde de İstanbul, seçimlerin en önemli cazibe merkezi ve odağıydı.

Ve o seçimler, Tayyip Erdoğan’ın önünü açıp 22 yıllık AKP iktidarının ayak izlerini oluşturmuştu.

Kısacası; Türkiye’de anayasal düzeni değiştiren milattır, 27 Mart 1994 tarihi!

İstanbul seçimlerinde, merkez sağ ve merkez sol partiler birbirine girince, Refah Partisi aradan sıyrıldı ve Tayyip Erdoğan % 25 oy oranıyla İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçildi.

ANAP (Anavatan Partisi) adayı bugünkü CHP milletvekili İlhan Kesici % 22,14, SHP (Sosyaldemokrat Halkçı Parti) adayı Zülfü Livaneli % 20.3, DYP (Doğru Yol Partisi) adayı Bedrettin Dalan %15,4, DSP (Demokratik Sol Parti) adayı Necdet Özkan %12,3, MHP adayı Ahmet Vefik Alp % 1.8, Ve CHP adayı Ertuğrul Günay %1,4 aldı..

***

Doğru ya da yanlış; Erdoğan ve AKP için bir “proje” yakıştırması yapılır ya…

İşte bu “sözde” projenin başlangıç tarihi yukarıda sonuçlarını açıkladığım 27 Mart 1994 İstanbul seçimleridir.

“Tayyip Erdoğan’ın önlenemez yükselişi” böyle başladı.

Ve bu yükselişe, o günün merkez sağ ve sol partileri bilerek ya da bilmeyerek “yardım ve yataklık” yaptılar.

Kendi aralarında uzlaşamayınca, hiç istemedikleri, RP adayı aradan sıyrılıp ipi göğüsledi.

Benzeri senaryo 2002 genel seçimlerinde de yaşandı.

Parçalanmış ve bölünmüş yapılar çiçeği burnunda AKP’ye yaradı.

Ve bu yeni siyasi irade bugün Türkiye’nin kaderine el koyup, “cumhuriyeti ve laikliği dışlayan” bir sürecin müsebbibi haline gelmişse bunda diğer partilerin de günahı büyüktür.

Sözde “Atatürk’ün ipine sarıldılar” ama pratikte gereğini yapmadılar.

***

Şimdi soru şu;

30 yıl aradan sonra benzeri bir senaryo söz konusu olabilir mi?

Bugünkü bölünmüşlük, bir başka siyasal yapılanmanın yolunu açar mı?

Merkez solu bir kenara koyalım… Merkez sağın olmadığı, daha çok “ılımlı İslam” söylemlerinin dillendirildiği siyasal yelpazede yeni kapılar açılmaz mı?

Aynı merkezin türevi YRP, Gelecek Partisi ve Deva Partisi gibi yapıların ötesinde, daha şeriat yanlısı fundamentalist, teokratik bir irade “HÜDAPAR gibi” tehlikesi doğmaz mı?

Hazır “tek adam” düzeni varken, “neo monarşi”yi denemek isteyenler çıkmaz mı?

Bugünkü sistem böyle bir tehlikenin alt yapısı görüntüsü vermiyor mu?

Bu nedenle, seçime giren partiler başta olmak üzere gerçek “laik cumhuriyet ve Atatürk ilkeleri”ne sahip çıkan herkesin bir araya gelmesi gerekmiyor mu?

Neden emperyalizmin olmazsa olmazı “böl ve yönet anlayışı”nın kurbanı oluyor ki bu ülke?

Türk halkının böylesi “meçhul son”a yol açacak senaryolara itibar edeceğine inanmıyorum.

Halk, eminim ki Atatürk’ün kurduğu laik cumhuriyete sahip çıkacaktır.