Sayfiye dediğimiz yazlık yerleri kim sevmez ki? Gerçi olabiliyor. Şehir insanı olduğunu, sahil kasabalarının sakinliğinde sıkıldığını söyleyenler de var. Ben onlardan değilim. Ben sakinlik ve huzur insanıyım. Sayfiye benim yaşam alanım diyebilirim. Şehirleri hiç sevmedim, mesela İstanbul gibi bir yerde yaşamayı da beceremedim zaten. Ben küçük yerlere aitim.
Peki, neden severiz sayfiyeyi?
Doğayla iç içe olmak ve temiz hava ilk iki sebep olabilir. Hayatın yavaş aktığı yerlerdir buraları çünkü koşturmak zorunda değilsinizdir. Aceleniz yoktur. Zaman görecedir ve böylece zaman bizim için ağır ağır geçer küçük yerlerde. Stres yoktur. Uzun bir süredir sahil kasabalarında yaz-kış yaşayanların sayısı artmış görünüyor. Şehirler çekilmez yerler oldu, belki de sanayileşmenin doğuşundan beri zaten böyle.
Sayfiyede yaşam, gündelik hayata odaklıdır. Şehirde yaşam ise gündelik hayatı geçiştirmeye odaklı. Şehirde yediğiniz yemeği, sohbeti geçiştirmeniz gerekir yoksa hiçbir şeye yetişemezsiniz. Aslında tam olarak hayattır kaçıp giden. Yaşam dediğimiz şey zaten gündelik hayattan ibarettir. Yaşamdan gündelik hayatı çıkardığınız da geriye boşluktan başka bir şey kalmaz. Boş zaman değil söz ettiğim. Birebir boşluktan söz ediyorum. Felsefi ve psikolojik anlamda. Bu yüzdendir, şehirde birçok insan kendini boşlukta hisseder. En çok da biraz olsun durdukları pazar günlerinde. Ne yapacaklarını, nasıl yaşayacaklarını şaşırırlar. Yaşam acemisidir aslında hepsi. Nasıl yavaş yürünür, nasıl yavaş yemek yenir, derin nefes almak nedir bilmez şehirliler.
Yaratıcılık şehirde de var olabilir elbette. Sanat doğabilir kentlerde, hep doğmuştur çünkü sanat gerilimden, tezatlıklardan beslenebilir. Bu biraz yaratıcı kişinin bünyesiyle ve çağla da ilgili gibi geliyor bana. Kent ve şiir deyince aklıma Baudelaire ve ondan etkilenmiş Rimbaud gelir. Baudelaire Paris doğumludur, Rimbaud ise bir kasabada doğup Paris’e gitmiştir. Bu iki şairin şiirlerini burada karşılaştırmam veya analiz etmem mümkün değil ancak şunu söyleyebilirim; kentte bir flanör* gibi gezerek hızla değişen ve kalabalıklaşan kentlerin insan üzerinde nasıl tahribat yarattığını görmek için onları okumalıyız.
Sayfiyeden flanör/flanöz (kadın için) çıkmaz ama ‘aylak sayfiye gezgini’ diye bir şey de vardır. Belki zamanla buna biz de bir isim bulabiliriz. Türkiye’de sayfiye gezginlerini biraz da eğlenerek ikiye ayırmak istiyorum. Emekli sayfiye gezginleri, entel sayfiye gezginleri. Son yıllarda entel sayfiye gezginlerinin sayısının arttığını düşünüyorum. Emekli sayfiye gezginleri ise, isminden anlaşılacağı gibi emekli, aylak, yaşadığı sayfiyenin çay ocaklarında veya kıyılarında balık avlarken görebileceğiniz insanlardır. Entel sayfiye gezginlerini ise ellerindeki dergiden, kitaptan tanıyabilir, kafelerde çay, kahve içerken veya kasabanın belediyesi hakkında ahkam keserken görebilirsiniz.
Sayfiyede de rutin vardır ancak bu rutin gündelik, ince ayrıntıların yavaşlığından meydana geldiği için kendi içinde çeşitlilik gösterir. Sayfiyede rutini kendi içinde kırmak kolaydır ve sizin yaratıcılığınıza kalmıştır. Ben de sayfiyede yaşama hayali olan bir şehirli olarak, yazlık yerlerde daha yaratıcı, dingin olduğumu söyleyebilirim.
Peki, sizin sayfiye ile ilişkiniz nasıl?
*Flanör: (fr. Flanuer) ‘Aylak kent gezgini’ anlamındaki Fransızca kökenli kelime.
Belki daha sonra sayfiye yazılarına devam edebilirim.