Modern Kölelik Çağında Kendin Olmak

» Köşe yazarları » Modern Kölelik Çağında Kendin Olmak

Iraz Şensöz yazdı.

İş hayatına adım attığımda 20lerimin başındaydım. Çok zorlanmıştım. Kibir, rekabet, hırs… İnsanlarla baş edebilmek için yeterli hayat tecrübem yoktu. Tuvalette ağlardım. Ait olmadığım bir yerde olduğumu düşünür dururdum. Burada ne yapıyordum ben? Büyümek, durulmak, vazgeçmek (bazen vazgeçmek gerekir.), kendimi tanımak, yazma yeteneğimin peşinden gitme kararını almak, İstanbul’u terk etmek filan on yılımı aldı.Kişisel hikâyemi belki başka bir yazıda anlatırım.

Çoğumuz yeteneklerimize uygun olmayan işlerde ömrümüzü geçiriyoruz. Oysa biliyorsunuz; “Herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacına göre!”*

Şehirlerde çalışan bir Mutsuzlar Ordusu var. Robot gibi işe gidip geliyorlar. Onlara dayatılan bir hayatı yaşamaya çalışıyorlar. İçinde oturmadıkları evlerin kirasını veya kredisini ödemek için çalışıyorlar. Trafikte sinir hastası oldukları, işe gidip gelmekten başka bir işe yaramayan arabalarının taksidini ödemek için çalışıyorlar. Kısaca modern bir tasarımın içinde kölelik yapıyorlar. Bunu farkına vardıklarında yaşları 40-45 civarına gelmiş oluyor ve sayfiyede bir yere taşınıyorlar. Bunu fark etmeyenler veya sayfiyeye taşınma cesareti, yaratıcılığı ve imkânı olmayanlar ise anti-depresanlarla hayatına devam ediyor. Bunu toplu halde farkına vardığımızda zaten başka bir dünyayı yaratmaya başlamış olacağız.

Herkesin bir yeteneği var. Yeteneksiz insan yok. O yeteneği ortaya çıkarıp işe dönüştürmek ise yaşadığımız çağda çok az kişiye nasip oluyor. Çoğumuz “harcanıyoruz.”Bize verilen biricik bu hayat, ait olmadığımız yerlerde, kendimizi zorlayarak yaptığımız işlerde geçiyor. Oysa bir insan “işini” zorlayarak yapmamalı. Bu hayatta “işini bulmuş” bir insan kendiliğinden, zevkle, zorlanmadan o işi yapar. Her neyse o iş… Oysa içinde yaşadığımız bu düzenin vahşi kuralları var. İnsanlar da o kurallara göre şekil alıyor ve akıl veya yetenek değil tuhaf özellikler geliştirip onları kullanarak iş hayatında varoluyorlar.Hiyerarşinin ve rekabetin olduğu yerde yaşam da adeta bir “jungle” gibi vahşileşiyor. İnsanlar hayatta kalabilmek için acımasızlaşıyor, duyarsızlaşıyor. Bu, insanî değil. Hep söylüyorum. Bu düzen insanî değil.

X kuşağı, Z kuşağı meselesinden anlamam. Bugün 20lerinde, 30larında olanlar dijital çağın çocukları. Çok fazla kötülüğe şahit oldukları gibi, dünyada olan bitenden de haberdar büyüdüler. Bilgi çağı çocukları onlar. “Caps” çocukları. Çoğu birer Alaycılık Tanrısı. Kötülükle ve gördüğümüz saçmalıklarla alay ederek başa çıkıyorlar. Yaşanabilir ülkelere gitmenin yollarını araştırıyorlar, gidiyorlar da. Yaratıcı ve girişimci işlerle uğraşıyorlar. Meraklılar. Gerektiğinde tepki veriyorlar. Bkz. Gezi (2013). “Dünya insanı” olmaya çalışıyorlar. Bir de dünyayı dolaşıyorlar. Seyahat ediyorlar bol bol. Onların neler yaptığını, yapacağını merakla takip ediyor ve bekliyorum. Ebeveynleri onların “çok fazla” şey istediğini düşünüyor. “Bizim zamanımızda bu yaşta aile geçindiriyorduk.” diyorlar. Ne kadar sığ bir bakış bu. Her nesil kendi çağında değerlendirilmeli. Bu ülkede en kızdığım şeylerden biri de gençlerin yok sayılması, hor görülmesi, ciddiye alınmaması, çocuk yerine koyulması. Oysa gerçekten anlaşılmaya ve saygı görmeye ihtiyaçları var. Gençler çok değerli. Gençlere bayılıyorum. Bana bugüne kadar hep umut verdiler. Hep zihnimi açtılar.

Gençlerin bu çağa ayak uyduramamasında iyi bir şeyler görüyorum. Parlak bir şeyler. Ayak uyduramadıkça değişir, değiştiririz ve kendimiz oluruz. Ergenlik çağında ebeveyne tepki vermek hatta kavgaya tutuşmak sağlıklıdır. Genç, kendini böyle inşa eder. Böyle birey olur. “Otoriteye” karşı çıkarak. Bu, toplumlar için de geçerli. O yüzden toplum olarak olgunlaşmamız, büyümemiz, gençlerin karşı çıkmasıyla olacak. Gezi’de olduğu gibi karşı çıkmayı, hatta zarifçe karşı çıkmayı onlardan öğreneceğiz ve kendimiz olacağız. Çünkü toplumlar da bireyler gibidir. Karakterleri vardır. Ruhları vardır. Zaman zaman “ruhsuz”, “karaktersiz” bir toplum olmaya doğru gittiğimizi düşünüyorsanız, gençlere bakın. Önyargısızca, saygıyla ve can kulağıyla dinleyerek. Çok şey göreceksiniz.

 

*Karl Marx’ın 1875’teki bir çalışmasında yer alan dize.