Sinoplu Diyojen’i bilirsiniz. Kinik Diyojen olarak da geçer. Medeniyeti reddedip, ondan uzak yaşamak için çaba harcamış, M.Ö. 412 – M.Ö. 323 aralığında yaşamış bir Antik Çağ filozofu kendisi. Dönemin Yunan kolonisi olan Sinope (Sinop) şehrinde doğmuş. Sürgün edilen babasıyla Yunanistan’a gitmiş. Atina’da tanıştığı Sokrates’in öğrencisi olan Antisthenes, Diyojen’e kinizmi (sinizm) öğretmiş. (Wikipedia)
Kinizm, erdemin insanın tutkular ve insanlar dahil her türlü bağımlılıktan kurtulmasında olduğunu söyleyen bir öğreti. Buna dünyevi her şey dahil elbette. Diyojen de bu öğretiyi pratikte uyguluyor ve bir fıçının içinde, sadece bir adet yemek çanağıyla yaşıyor. Rivayete göre, bir gün Diyojen çeşmeden suyu avcuyla içen bir çocuğu görünce çanağını da bir kenara atıyor. İşte böyle bir adam Sinoplu Diyojen.
Şimdi sizi 1955 doğumlu Sivaslı Nevin ile yani annemle tanıştırmak istiyorum. Annem Diyojen’in günümüzdeki karşılığı, ruhdaşıdır çünkü. Belki bir fıçıda veya kulübede filan yaşayarak Diyojen kadar cesur davranamamıştır ama ruh olarak kesinlikle kardeş olduklarını söyleyebilirim. Annem; Sivaslı Nevin, anne tarafından Gürünlüdür. Bir Mersin gezisinde dünyaya gelmiş olsa da. Aslına bakarsanız, İzmirlidir annem. Gürün’ü benimle birlikte ilk defa on dört yıl önce gördü ama işte anne tarafından memleketi orasıdır.
Annem için, doğduğu yerden, annesinden babasından bağımsız olarak bir Egeli diyebiliriz aslında. Bebekken geldiği İzmir’de, buranın kültürüyle büyümüş. Babası, o beş yaşındayken ölmüş. Üç kız kardeşin en büyüğü olan annem, kardeşleri için ikinci bir anne olmuş, anneannem ise elinden geldiğince baba. Bir babanın yokluğu mutlaka sirayet etmiştir varoluşlarına. En çok da bütün sorumluluğu yüklenmiş olan anneme.
Annem elbette erken büyümek zorunda kalmış bir çocuk olarak, hayatın ucundan tutmak yerine bütün benliğiyle sarıp sarmalayıp kucaklamış onu. Annem lisede fen bölümünde okumasına rağmen üniversitede yetenek sınavıyla girilen resim bölümünü seçmiş. Aslında çok yetenekli olmadığını, sınavda ortaokuldaki resim öğretmeninin öğrettiği teknikleri uyguladığını söyler. Okurken çalışmak zorunda kalacağı için resim bölümünü seçmiştir. Gündüzleri telefon baş müdürlüğünde çalışıp, akşamları gider Buca Eğitim Enstitüsü’ne.
Annem emekli bir resim öğretmeni ve emekli ikramiyesiyle aldığı, onu mutlu eden küçük bahçeli bir evi var. Annem, kelimenin her iki anlamıyla da rençberdir. Rençber, hem zahmet çeken, emekçi anlamına gelir hem de toprakla, tarımla uğraşan, bilen insana denir. Annem çalışmayı ve toprakla ilgilenmeyi çok sever. Küçük bahçesinde günün uzun saatlerini yorulmadan geçirebilir. Her zaman da toprağın ona iyi geldiğini söyler.
Bostanla artık uğraşmak istemiyor ama bahçedeki ayrık otlarıyla, naneleriyle, iki zeytin, bir ceviz, bir mandalina, bir de nar ağacıyla ilgileniyor zamanı geldiğinde. Annem işlevsel-yaratıcılığı sever. Yani belki de bu yüzden resim öğretmeni olsa da öğrencilik yıllarından sonra resim yapmaz. Seramikle uğraşmıştır ama. Çamurla oynamayı sevdiği için.
Annem zeytin kurmayı sever. Bir de Ege otlarını. Şehirde eve yeşillik almadan dönmez. Bahar aylarında evinden ot yemekleri, salataları eksik olmaz. Harika fava yapar. Şevket-i bostan salatası, turp otu, radika, cibes en sevdiği otlardır. Sadece kereviz çorbası gibi sebze çorbalarında değil, pirpirim aşı gibi yemekleri de nefis yapar. Yeter ki içinde ot, sebze, semizotu gibi bir yeşillik olsun.
Annem hayatı boyunca tüketmekle değil, üretmekle meşgul olmuştur. Her alanda. Az kıyafeti vardır mesela. Aynı zamanda az yemek yer. Evde az eşya sever. Sosyal olarak da dengeli bir hayatı vardır. Örneğin komşulara gidip gelmez ama selamlaşır elbette. Çok arkadaşı, seyrek görüştüğü az dostu vardır kendi deyimiyle. Genel olarak sade bir hayat yaşar. Karavanda veya çadırda yaşama hayali olmuştur hep. Sade, basit ve lüksten uzak olduğu için. Annem ruhsal olarak tıpkı Diyojen gibi “fıçıda” yaşar aslında. Yalnızlığı sever çünkü. Yalnız kalmayı, yalnız başına yürümeyi, saatlerce işi neyse onunla uğraşmayı. Annem şehirde de sadece belli yerlerde vakit geçirir. Mahallede favori mekanları olan iki çay ocağından birinde mutlaka sigara-çay içerken görülebilir. Belki de çok tükettiği tek şeydir sigara. Maalesef.
Annemin dünyası sade ve derindir. Oğuz Atay ve Rus edebiyatı sever mesela. Geçenlerde Charles Dickens’ın İki Şehrin Hikâyesi’ni anlatıyordu heyecanla. Annem yaşamanın hakkını verir genel olarak. Yemek yapıyorsa bütün benliğiyle yapar, okuyorsa bütün benliğiyle okur. Onun dışında insanlar hakkında pek konuşmaz ama biyografi okumaya bayılır. Annemin iç dünyası da dış dünyası da derinliklidir. Annem kendi aklıyla düşünme cesareti gösteren nadir insanlardandır ve tabii akılcı biridir. Duygusal asla değil ama duyguludur. Hayattaki her şeyden ve herkesten bir şey öğrenmiş ve öğrenmeye devam eden, özel biridir. Cidden ne babama, ne çocuklarına, ne herhangi bir nesneye bağımlı olmadan, kendi halinde, bağımsız yaşayan, özgür ruhlu kinik feylezofum; Diyojen’im, bana çok şey katmış kahramanımdır benim.