Son günlerde ortaya çıkan yolsuzluklar dudak uçuklatıcı… Rivayete göre “turpun büyüğü heybedeymiş.” Diğer yandan aylar önce söylenen hadsiz ve ölçüsüz bir söz için jet hızıyla işlem yapılması gündemi epey meşgul etti.
Bu gelişmeler üzerine başta siyasetçiler ve gazeteciler olmak üzere birçok kesim aynı sözü söyledi: “Cesur bir savcı aranıyor!” Adalet arayışının çığlığı olarak yükselen bu ses gitgide arttı ve toplumun sessiz çoğunluğu tarafından da dillendirilmeye başlandı.
Aydınları da dahil olmak üzere, okuma ve araştırma özürlü olduğumuzu bildiğimden konuyu biraz kurcalamaya karar verdim. Bir sosyal medya platformunda konuyu oldukça iyi özetleyen bir tweet dizisine rastladım. “Mafya Haber” takma ismiyle yazılmış bu yazıda ifade edilenleri araştırmaya koyuldum ve doğruluğunu teyit ettim.
Öyle anlaşılıyor ki, konunun doğru açıdan değerlendirilebilmesi için savcıların iddianame hazırlama süreçlerinin iyi bilinmesi gerekiyor. Bu bilinmeden yazılan her yazı, yapılan her yorum bizi yanlış noktalara götürüyor. Kısa bir özetle süreci aktarmakta yarar var…
***
Ceza kanunlarında “suç” olarak tanımlanmış fiiller, soruşturmaya konu olması bakımından “şikâyete bağlı olan suçlar ” ve “şikâyete bağlı olmayan suçlar” olmak üzere iki türlüdür. Şikâyete bağlı olan suçlarda suçtan zarar görenler şikâyet etmedikçe soruşturma açılamaz. Ortaya atılan yolsuzluk, rüşvet ve benzeri iddialar şikâyete bağlı değildir. Ortada bir şikâyet olmasa bile suç bir şekilde öğrenildiğinde soruşturma açılabiliyor.
İşlenmiş bir suç ile ilgili olarak soruşturma açma yetkisi sadece savcılara verilmiştir. Hakimler sadece önlerine gelen iddianameler üzerinden karar verme hak ve yetkisine sahipler. Yani ortaya atılan iddialar, bir iddianameye dönüşmediği sürece hakimlerin eli kolu bağlı.
Savcılara dönecek olursak… Savcılar sadece kendi yetki bölgeleri ile ilgili suçlarda soruşturma açma yetkisine sahipler. Bölgesi dışında işlenen suçlarla ilgili olarak savcıların herhangi bir işlem yapma yetkisi bulunmuyor. Anlayacağınız, malum yolsuzluklarla ilgili olarak suçun işlendiği yer dışındaki savcılara söz söylemeye hakkımız yok.
Diğer yandan, savcılıklar “büro sistemi” ile çalışıyorlar. Yani her savcının bağlı bulunduğu bir büro var. Savcı bağlı bulunduğu büronun görev alanına girmeyen suçlarla ilgili olarak yetki sahibi değil. Kendi bölgesinde rüşvet suçu işlense bile bilişim bürosuna veya terör bürosunda görevli olan savcılar rüşvet soruşturması açamıyorlar.
Kendi yetki bölgesinde ve bağlı bulunduğu büronun yetki alanına giren bir konuda savcı soruşturma açsa bile iş başsavcıda bitiyor. Başsavcı soruşturmayı başka bir savcıya verme konusunda yetkili. Savcı her şeye rağmen soruşturmayı tamamlasa bile başsavcı onaylamadan işleme konulması fiilen mümkün değil.
Bir şekilde savcının soruşturmayı açtığını, başsavcının da onayladığını düşünelim. Soruşturmanın yürütülmesi için kolluk kuvvetlerinden yararlanılması gerekiyor. Yasal olarak savcının emrinde olan kolluk kuvvetleri, İçişleri Bakanlığına bağlı olarak çalışıyorlar. Bunlar görevlerini yerine getirmedikleri sürece soruşturmadan sağlıklı sonuç elde edilmesi düşük ihtimal.
Bütün bu süreçlerin aşıldığını varsayalım. Savcıların görevlerinden hoşnut olunmaması halinde görevden alınması, yerinin değiştirilmesi ihtimali var. Bu konuda karar verme yetkisi Hakimler ve Savcılar Kurulu’nda. Bu kurulun oluşumuna bakalım. Adalet Bakanı ve Bakan Yardımcısı bu kurulun üyesi. Diğer üyeler ise TBMM ve Cumhurbaşkanı tarafından seçiliyor. Üyelerinin bir bölümünün hakim veya savcı olmadığını da belirtmekte yarar var.
***
Görüldüğü gibi, kamuoyunda savcılara yönelik olarak gösterilen tepki önemli ölçüde bilgisizlikten kaynaklanıyor. Geçmişte bu durumu öngöremeyen tatlı su aydınlarının “yetmez ama evet” diye böğüren yalakaların da desteğiyle “yargı reformu yapılıyor” yaygarasıyla gelinen nokta bu! Bu durum, hukuk devletinde Kuvvetler Ayrılığı İlkesinin ne kadar yaşamsal önemde olduğunun en bariz kanıtı…