“Tencere, iktidarı götürür sözüne güvenmek hata olur”

» Köşe yazarları » “Tencere, iktidarı götürür sözüne güvenmek hata olur”

Röportaj: Onur Ulutaş Prof. Dr Ferruh Uztuğ, 1980 Anayasası’ndan, 21 yıllık AKP iktidarına; iktidarın ve muhalefetin kullandığı siyasal iletişim dilinin seçmen üzerindeki etkilerini, seçmen algılarında etkili olan sosyal, kültürel ve dini motiflerin Türkiye’deki siyasi atmosfere ve seçim sonuçlarına yansımasını değerlendirdi. AKP’nin 21 yıllık iktidarı sonunda siyasi bir parti olmaktan çıkarak, devleti kalkan olarak kullanan bir […]

Röportaj: Onur Ulutaş

Prof. Dr Ferruh Uztuğ, 1980 Anayasası’ndan, 21 yıllık AKP iktidarına; iktidarın ve muhalefetin kullandığı siyasal iletişim dilinin seçmen üzerindeki etkilerini, seçmen algılarında etkili olan sosyal, kültürel ve dini motiflerin Türkiye’deki siyasi atmosfere ve seçim sonuçlarına yansımasını değerlendirdi. AKP’nin 21 yıllık iktidarı sonunda siyasi bir parti olmaktan çıkarak, devleti kalkan olarak kullanan bir yapıya dönüştüğünü söyleyen Prof. Dr. Uztuğ, siyasetteki tıkanmışlık halinin, toplumu içine katan müzakere ve etkili iletişim dili ile çözülebileceğini ifade etti. Yaklaşan seçimler öncesi, toplumun tamamına hitap etme ve kutuplaşmayı sona erdirme çabasında görünen muhalefetin ise hedeflediği zaferi elde etmesi için değişim umudunu hikayeleştirmesi gerektiğinin altını çizen Uztuğ “Muhalefet henüz bu seçimde neyi oylayacağımızın hikayesini kuramamış gibi görünüyor” dedi.

21 yıllık AKP siyaseti tıkanıyor mu? Öyle ise nerede tıkanıyor?

“AKP 21 yıllık iktidarı nasıl mümkün kıldı? “Çok az rastlayacağımız bir durumla karşı karşıyayız. 21 yıllık bir iktidar, 2015 genel ve 2019 yerel seçimleri dışında kazanmaya devam etti. Yorulmuş olsa da 2023 Mayıs seçimlerinde maça ortak gibi görünüyor. Kuşkusuz önceki seçimlerle kıyaslandığında hiç de rahat değil. AKP 21 yılın ardından yeni bir söz söylemede güçlük çekiyor. Ama bana göre kendi tıka- nırken zaten sorunlu olan siyaseti de tıkadı. Siyasal alanı daraltarak iktidarını sürdürme çabasında.

Bana göre 80 anayasasının ‘gücü’ merkezileştirmesinin biriken zehirli etkileri de söz konusu. Üniversitelerden, spor kulüplerine, partilerden sivil topluma siyasete alerjik zihinsel kodlar var. Kimse de zahmet edip demokratikleştirmiyor. Bir de üstüne o anayasanın sahiplerinin bile hayal edemediği Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemi gelince siyasetsizleştirme doruğuna ulaştı. Merkezileşmiş denetimsiz güç, her yana saran zehirli bir sarmaşık haline geldi.

1 yıllık iktidar herhangi bir sistemde tıkanır, çözülür. Ama 2002’den bugüne, seçim öncesi gündem, AKP’ye ‘bir seçim hikayesi’ sundu. Dolayısıyla doğal, yerinde ve normal bir seçim önceleri yaşanmadı.

Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığı süreci, 15 Temmuz hain darbe girişimi ve benzeri olağanüstü olayların ardından iktidar avantajıyla gidildi seçimlere. Çok da muazzam bir siyasal iletişim dehası ortada yoktu. Muhalefetin tarihsel, sosyolojik fay hatlarını okumadaki zafiyeti, siyaset yapma üretme biçimindeki ‘ezberler-klişeler’ AKP’nin işini kolaylaştırdı.

“YAVAŞ YAVAŞ OLSA DA CHP İKTİDAR İŞTAHINI SAHAYA YANSITMAYA BAŞLADI”

AKP, başlarda merkezdeki dağılmanın (ANAP-DYP çöküşü) ve Genç Parti böleninin de yardımlarıyla aritmetik üstünlük elde etti ama bir yönüyle de o dönemin tıkanmış siyasetinde fark yaratmıştı. Bugünkünden daha renkli, çeşitli ve ‘çoğulcuydu’.

2015’den sonra ‘devlete karşı millet’ diyerek çıkılan yol, devlet ve güvenlik eksen rine, anti siyasete döndü. Dolayısıyla AKP, bir parti olmaktan çıktı. Millete yaslanıyor algısını dert etmekten vazgeçti. Giderek devletçi bir yere savruldu. Yeni rejimle birlikte bu süreç daha da hızlandı. Nihayetinde AKP, ‘devlet’i kalkan yaparak siyasal rekabet alışkanlığını’ sürdürmek istiyor. Devlet kalkanı ile arenaya çıkmak hem operasyonel hem de söylem düzeyinde söz konusu. İktidarın olanakları her anlamda parti lehine kullanabiliyor. Aynı zamanda kendisini devlet ile özdeşleştirerek, rakiplerini ‘düşmanlaştırıyor’. Öte yandan Muhalefet, Millet kalkanını edinip sahaya çıkamamıştı. Eksik de olsa 2019’dan bugüne yaratıcı bir siyaset çabası görüyorum. Yavaş yavaş olsa da CHP iktidar iştahını sahaya yansıtmaya başladı.”

Bu süre içinde muhalefetin politikasında, yürüttüğü kampanyalarda, söylemlerinde eksik kalan, seçmene hitap edemeyen noktalar neydi? Halkın büyük bir bölümü ile arasında bir engel mi vardı? Muhalefet ne yapamadı da bu 21 yıl içinde iktidar değişimi sağlanamadı? Bu noktada stratejik hatalar mı yapıldı?

“İKTİDAR SİYASAL ALANI DARALTIRKEN MUHALEFET SEYRETTİ”

“İktidarın siyasal alanı daraltarak siyasal dili çerçevelemesi karşısında yaratıcı bir siyaset üretimi olduğunu düşünmüyorum. Siyasetsizleştirme değirmenine hem iktidar hem de muhalefet su taşıyıp duruyordu.

Siyaseti ‘yukarılarda’ bir yerlerde ‘uzman teknik’ bir işe dönüştürmek, ahaliden siyaseti kaçırmak tüm siyaseti tıkadı. Bu iktidarın lehineydi. Muhalefet, iktidarın dilinin çerçevelerini kırarak, yeni bir dili ahaliyle birlikte kurmayı denemedi. Gereksinim ve beklentileri okumada son yıllarda değişen bir bakış açısı var. Ama uzun yıllar yanlış ve hatta çarpık bir siyaset ve ahali okuması vardı.

İktidarın ‘çerçevelediği’ diller karşısında ahaliye güvenmek gerekiyordu. Ama güvenmediler. Sorun buradan kaynaklı. Seçmenlere yönelik tasavvurları yanlıştı. Söz gelimi dindarlık, muhafazakarlık gibi eksenleri doğru çözemediler. Tarihsel, kültürel ‘işaretleyicilerin’ olumsuz yüklerine karşı savunmada kaldılar. İktidarın sevdiği ve bildiği oyunu kurgulamasının önüne geçmek için daha yaratıcı olunması mümkündü. Şimdilerde bu yönde bir kıpırdanma yaşanıyor.

Muhalefetin 6’lı masa ‘organizasyonu’ da tek tek o aktörlerin siyaset yapma iştahlarını kesti. Masayı koruma önceliği, farklı ve çoğulcu siyaset üretimini engelledi. Bu, en çok da İYİ Parti’nin soluğunu kesti. 21 yıllık iktidara karşı ahaliye yaslanan, onunla birlikte şekil alabilecek olan siyasal yaklaşım yerine ‘komisyonların’ atölye çalışmalarına yöneldiler. Bu atölye veya beyin fırtınalarının siyasal sonuçlarını ve iletişimini de etkili yapamadılar.

Siyasetsizleştirme döngüsünü, cesaret ve kararlılıkla kıracak, ahaliye yaslanan bir iletişimi, etkileşimi hayata geçirmek gerekiyordu. En temel stratejik hata, siyaseti partiye, parti yönetimine indirgeyen, ahaliyi işin içine katacak iletişimi kurmamış olmaları.

Şu an kampanya açılışı heyecan vericiydi. Ama arkasından hikaye veya iletişim stratejisinin omurgası daha güçlü sunulmalı. Ahaliyi oyuna katan, ahaliyle birlikte şekillenen bir siyaset üretiminin önünü açmak, yeni bir siyasal kültürü oluşturmak çok önem kazanacak.”

Türkiye’de siyaset tıkanmış bir durumda mı? Öyle ise nasılaşılabilir bu tıkanıklık?

“Tıkanmışlığı sadece Türkiye yerel koşullarıyla sınırlandırmamak gerek. Zamanın ruhu, dünyanın hali de pek iç açıcı değil. Ama bizim tıkanmışlığımız tarihsel zehirli birikimleri de barından siyaset kültürünün organizasyon tasarımıyla ilgili. Dediğim gibi 80 anayasasından bugüne anti demokratik bir hukuk zemininde yaşıyoruz. Siyaseti kirli, tehlikeli bir işe dönüştüren, neyin siyasi neyin olmadığını çerçeveleyen ‘müktedirler’ karşısında hepimiz çaresiz kaldık.”

“TIKANIKLIĞI AŞMANIN YOLU; AHALİYE GÜVENEN VE TOPLUMLA ETKİLEŞİMİ ARTIRACAK BİR İKLİM”

“Sadece Türkiye değil, dünyada kavram haritalarını güncellemek gerekiyor. Doğum sancıları her yerde karşımıza çıkıyor. Ama siyasetin ve diğer kurumların kurumsal yapısı ve kültürü direniyor. Bunun çözümünü yukarıdan beklemeye devam edersek sorun çözülmez. Ama yukarıdakilerin ahalinin önünü açması, siyaseti canlandırması yetecektir. Tıkanıklığı aşmanın yolu sadece bu müzakare ve etkileşime olanak sağlayacak bir iklim.

Türkiye’de dahil tüm dünyada kutuplaşma sürekli kendini üretiyor. Aslında toplumda, ahalide bir kutuplaşma inadı yok. Yukarıdakilerin ürettiği ve memnun kaldığıbir zemin. Bu nedenle kutupların kuraklığında yeni kavramları erteleten güçler tıkaç oluyor. Siyasal kültürümüzü siyasetin dönüştürücü etkilerine açmak konusunda mevcut aktörlerin zihin setlerini değiştirmeleri gerekiyor. Değiştirmezlerse ahali değiştirecektir.”

Kimlikler ve din üzerinden siyaset halen etkisini sürdürüyor mu?

“Seçmenleri bir tür ‘homo ekonomikus’ olarak rasyonel, ekonomik akıl yürüten bir özne olarak kabul etmek yanılgısı var. Duygular devreye girmeden insan karar vermez.

Nöroloji ve karar bilim bağlamında duygulara kaybettiği yerin hakkını veriyoruz. Kimliklerin de dini hassasiyetlerin de her zaman seçmenin karar verme süreçlerinde önemli bir yeri vardır. Sorunuzda kimlikler ve din ifadesi var. İkisini ayrı yerde görmemek gerekir. Din de kimlikler bağlamında yer alabilir. Kendilik veya benlik (self) ifadelerinin karmaşık bir yapısı vardır.

Siyaset, seçmenler açısından teknik bir yönetim sorununa indirgenemez. Çok katmanlı ve boyutlu sosyolojik etkileşimlerle şekillenen bir cetvel var. Dolayısıyla kendini, komşusunu, medyada gördüklerini değerlendirir, geçmiş ve bugünkü aidiyetlerini, duygular ve değerlerini karar süreçlerine yansıtır. Bu akıl yürütmeyi ‘akıldışı’ ilan ederek, küçümseyerek, seçmene nasıl düşüneceğini ve karar vereceğini öğretmeye kalkanlar kaybedecektir.

Ama sizin sorunuzda saklı olan bir şey var. O da siyasal aktörlerin ‘din’, ‘bayrak’, ‘vatan’ gibi ortak hassasiyetleri, bu yöndeki sembolleri bir tür istismar etmesine işaret ediyor. Evet, Türkiye siyasal tarihinin ebedi konumlanışlarının izleri bugünde görülüyor. Dünyada da böyle. Siyasal partilerin marka imajları, benlik imajlarımızla ile de ilgilidir. MHP, CHP, HDP gibi siyasal partiler veya Milli Görüş gibi hareketler, sadece ideolojik temellerle açıklanamaz. Çok daha fazlasıdır. Kimlik benlik ifadesidirler. Fakat merkez seçmenlerin, koyu ideolojik renkleri olmaz. Makule ve orta yola yakındırlar. Bu seçmen bölümü için konjonktür belirleyici olabilir. Yine de yaratıcı siyaset ve etkili iletişim ile bu sosyolojiler dönüştürülebilir. Ezberden, klişeden uzaklaşan okumalar, doğru içgörüler ve cesur siyaset tavırları alındığında böylesi dönüşümler görülüyor.”

11 ilimizi etkileyen büyük Kahramanmaraş depremi, hükümetin deprem öncesi ve sonrası başarısı/başarısızlığı, muhalefetin ve CHP’li belediyelerin tutum ve faaliyetlerinin seçim sonuçlarına yansıması olur mu?

“Gerçekten çok acı bir deneyim yaşadık, yaşıyoruz. Bu noktada yurttaş tavrıyla sergilenen dayanışmacı faaliyetlere dair konuşmak gerekiyor. Maalesef iktidar, bu milletçe beraberliği bir tehdit olarak algıladı. Devleti kendisi ile özdeşleştirmeye çalışan iktidar, imajını koruma derdindeydi. Kuşkusuz ortada hesap sorulması gereken ciddi bir performans sorunu var. AFAD, Kızılay, Ordu gibi kurumların eşgüdü-münde yaşananların sorumlusu hükümetti. İktidar, birçok kez tanık olduğumuz gibi sorumlulukları başka odaklara çevirme gayretindeydi. Siyasi hasarı azaltmak öncelik oldu. Üstüne bir de muhalif belediyelerin görünürlüğünü azaltmak gibi rekabetçi ön almaya çalıştılar.”

“KILIÇDAROĞLU’NUN DEVLET İLE HİZALANMAYACAĞIM ÇIKIŞI DAHA GÜÇLÜ ANLATILMALIYDI”

“Bu travmanın seçmen üzerindeki etkilerinin sandığa yansımasını öngörmek kolay değil. Muhalif belediyelerin etkinliğinin iktidar tarafından engellenmesi, devlet kalkanını kullanarak siyasal bir üstünlük arayışında oldukları görülüyor. Kuşkusuz bu bir avantaj. Fakat, 50 bini aşan can kaybı ve müdahaledeki yetersizliğin sorumluluğuna güçlü bir vurgu yapıldığını düşünmüyorum.

Kemal Kılıçdaroğlu’nun devletle hizalanmayacağım çıkışı ve aldığı bu konum daha güçlü anlatılmalıydı. Deprem öncesinden çok deprem sırası ve sonrasında yaşanan karmaşanın devlet organizasyonun yetersizliğine daha çok vurgu yapılmalıydı. Sonuçta, sandığa giderken yaşanan bu felaketi hangi ‘cetvelle’ ölçeceklerinin çerçevesi çizilemedi. Bu çerçeveyi, muhalefetin oluşturması mümkündü. Hala da mümkün görüyorum.

CHP kampanyasının ana ekseni ‘Türkiye Hakkını Alacak’ olarak belirlenmiş. Bu güçlü bir slogan ama hikayesini donatmak ve güçlendirmek gerekiyor. İktidarın icraat vurgusu, iktidarda olmanın “yeterlilik” algısına yönelik bir stratejiye gerek var. Sadece yolsuzluk üzerinden değil, icraatların somut performans yetersizliklerini de kapsayan bir dili geliştirilebilir. Bu deprem felaketinin sorumluluğu için de geçerli.”

14 Mayıs seçimleri öncesi siyasi gündemi nasıl buluyorsunuz? Vatandaşın gündemi ile siyasilerin gündemi örtüşüyor mu? ‘Tencere, iktidarı götürür’ sözü 14 Mayıs seçimleri için de geçerli olur mu?

“Gündem meselesini yanlış değerlendiriyoruz. Özellikle muhalefet tarafından iktidarın sürekli gündemi değiştirme, yönlendirme çabasına işaret ediliyor. Gündem zaten oluşturulan bir şeydir. Yani gerçek ve gerçek olmayan gündem gibi bir ayrım yanlış. Bu yanlış okuma nedeniyle gündem belirlemenin yaratıcı çabalarına girilmiyor. Muhalefet kendi gündemini oluşturmayı pek denemiyor. Söz gelimi Gara operasyonu ve 128 milyar gibi iletişimler momentumu, gündemi belirleme olanağını sunmuştu.

Seçimler öncesi ve sırasında da çeşitli gündemler-konular olacaktır. Bu gündemleri gerçek veya gerçek dışı diye düşünmeden oluşturmaya yönelmek en doğrusu. İnternetle birlikte değişen iletişim ortamında kamuoyu ve gündem kavramları yeniden ele alınmak zorunda. Gündemlerden, kamuoylarından söz etmek gerekiyor. Kimlerin gündemi, hangi kamuoyları diye bakmak daha doğru. Bu açıdan bakılınca her seçimin bir hikayesi olur. Neyi seçeceğiz, neleri oylayacağız? Görünen o ki iktidar kalsın mı gitsin mi oylamasına dönüşecek.

Seçmenlerin seçime dair gündemleri ile genel hayat akışındaki gündemleri farklıdır.

Seçim gündemleri tercihlerini neyin şekillendirmesi gerektiği ile ilgilidir. Siyasetçilerin seçmenlerin birer uzman olarak gündem takip etmelerini beklemesi yanlış. Çok sıkıcı ayrıca.”

“TENCERE, İKTİDARI GÖTÜRÜR SÖZÜNE GÜVENMEK HATA OLUR”

O yüzden yaratıcı siyaset diyorum. Gündemi oluşturma konusunda etkili iletişim ve fikir gerekiyor. İktidarın uzun süredir “dili” çerçeveleyerek gündemi yönlendiriyor. Bu sadece iletişim gücüyle ilgili değil. Muhalefetin de bu çerçevelemeleri değiştirerek siyaset üretmesi gerekiyor. Sadece bu iktidar gitsin talebine yaslanmak hata olur. Yan öykülerle derinleştirilmiş, zenginleştirilmiş bir “kampanya omurgası” oluşturulmalı.

Diyelim ki vatandaşın gündemine hayat pahalığı var ama bunu konuşturmamak için sözde veya yapay gündemler oluşturuluyor.

Evet iktidar iletişimcilerinin işi bu. Bundan şikayet eden değil bunu boşa çıkartan, kendi gündemini dayatan bir yaratıcılığı sergilemeye odaklanmak gerek.

Demokratik talepler de tencereler kadar önemli. Ve fakat seçmeni sadece ekonomiyle, akılcılıkla sınırlandıran bir bakış açısı var. Seçmen davranışının çok katmanlı, boyutlu yapısını duygular, sezgiler, kültürel değerlerle bağlantısallığını ihmal ederseniz, yanılırsınız.”

Bir iletişimci olarak iktidar ve muhalefet temsilcilerinin kullandığı iletişim dilini olumlu ve olumsuz bulduğunuz yönleriyle değerlendirebilir misiniz?

“Seçim öncesi süreçte de maalesef gerginlikten, çatışmadan beslenen bir siyasal rekabet iklimi var. İktidar, siyasal alanı daraltarak ve muhalefeti düşmanlaştırma ve etiketleme çabası var. Olumsuz siyasi dil çeşitli risklere sahiptir. Özellikle iktidar konumunda “negatif” kampanyanın çalışmadığına dair bulgular var.

Nisan reklamlarında olumlu bir dil görüldü. Ama diğer iletişimlerde sertleşme hala devam ediyor, edecek gibi. Türkiye’de tarihsel konumlanışlar, kültürel kamplar arasındaki farklılaşmayı kışkırtmanın siyasi kazançları olduğu düşünülüyor. Ama uzun zamandır üzerinde tepinilen ve aşınmış kutuplaşma dilinin vadesi doldu. Siyasal aktörlerin demokrasi, toplumsal uzlaşma, değerler ortaklaşmasına katkı sağlamaya öncelik vermesi gerek. Muhalefetin bu konuda özellikle İttifak ve Altılı Masa kompozisyonuyla bu noktada hassas ve incelikli bir dil kurma gayreti var. Tüm aktörlerin siyaset üretimini sınırlandırdı. Diğer yandan bu ortaklığın demokrasimiz ve Türkiye’nin geleceği açısından anlamının çok etkili anlatılmadığını düşünüyorum. Ama bunun daha güçlü bir hikaye ile anlatılması gerekiyordu. Siyaset, teknik ve uzmanlıkların ötesinde duygu ve değerleri harekete geçirmektir.

Bu seçimde de iletişim dilinin sertleşmesi, öfkeleri diri tutacak kutuplaştırıcı söylemlerin olma olasılığı var. Özellikle merkez seçmenin bu tür dillerin yarattığı gerginliği cezalandırdığını biliyoruz. Muhalefetin hem seviyeyi hem de heyecanı artıracak bir çaba göstermesi gerekir. Kemal Kılıçdaroğlu’nun sakin ve nazik kişiliği bu açıdan olanaklı ama değişim heyecanı da eklemeli.”

Kampanyalar başladı. Şu ana kadar yapılanları nasıl değerlendiriyorsunuz?

“Ben yukarıda anlatmaya çalıştım. Siyasetsizleştirme iktidarın lehine çalışıyor. Muhalefetin siyasetin mücadeleci ve toplumu dönüştürücü yönüne vurgu yapması gerekiyor. Sana Söz açılışının ardından Türkiye Hakkını Alacak eksenleri karşımıza çıktı. Kampanya hikayesinde, 21 yıllık iktidarın değişim umudunun, dönüştürücü heyecanlarını iletişime taşımak gerek. Hakkını alacak, güçlü bir mesaj ancak bir kampanya ‘omurgası’ içinde desteklenmeli. Muhalefetlerin birinci önceliği iktidarın yetersizliklerini, performans eksikliklerini hissettirmektir. Ayrıca iktidarın yerine, daha iyi, daha güçlü, yeterli ve iş bilir olduğuna dair algıyı güçlendirmektir.

Ben şu ana kadar seçimin hikayesinde bir boşluk görüyorum. Bunca yıldır yıpranmış bir iktidarın hala baş göstermesinin nedeni bu. Muhalefet bu seçimde neyi oylayacağımızın hikayesini kuramamış gibi görünüyor. Muhalefetin değişim umudunu hikayeleştirmesi gerekiyor. Bu sadece Parlamenter sisteme ilişkin “teknik” dokümantasyonlarda sınırlı kaldı. Duygular ve değerler üzerinden gündem oluşturma ve heyecanını yaratmaya odaklanılmalı. CHP’ dilini biraz didaktik “öğretmen edasıyla kurgulamaktansa duyguları cesareti ve kararlılığı hissettirmek daha doğru olacak. İletişim etkisi, ne söylediğiniz değil nasıl söylediğinizle ortaya çıkar.

İktidarın elinde en güçlü eksen R. Tayyip Erdoğan olarak beliriyor. Doğru gibi güçlü sözcük seçimi üzerinden lider imajı odak alındı. Ama Parti olarak son beş yılda yaşananların da etkisiyle Parti imajını da eklemlemeye çalışıyorlar. Bu iletişimlerini karmaşıklaştırıyor. 21 yıllık iktidarın bazı sorunlara çözüm vaat etmesi de inandırıcılık sorununu getiriyor. Nihayetinde geçmiş icraatların olumlu çağrışımlarını hatırlatan, bir tür vefa tetiklemesini de ihmal etmiyorlar. Ama yine de reklamlar dışında rakip aday ve partileri ‘suçlayıcı, etiketleyen’, ‘şüpheleri’ artıracak bir dile yönelecekler gibi görünüyor. Yerel seçimlerde de denendi. Ama çalışmadı.

Bu arada ortalıkta bir vaatler yarışı var. Seçmenlere yönelik vaatlerin sıklığı, çeşidi artıyor. İşin ilginci iktidar da sanki muhalefetteymişçesine vaatlerini sıralıyor. Belirli hedef kitlelere yönelik vaatler, bütünlüklü bir hikaye olmadığında hiçbir anlam taşımaz.”