İzmir Barosu Başkanı Yılmaz: Artık hukuk devleti değiliz

» Büyük Manşet » İzmir Barosu Başkanı Yılmaz: Artık hukuk devleti değiliz

İzmir Barosu Başkanı Yılmaz, Çeşme Projesi ve orman alanlarının durumu üzerinden Türkiye’de hukukun üstünlüğü, kadın ve çocuk hakları ile çevre koruma konularındaki sorunları vurgulayarak, toplumsal mücadeleye devam edeceklerini açıkladı

Türkü ERBİL/ EGE SAATİ- İzmir’in en çok tartışılan projelerinden biri olan Çeşme Projesi, Yamanlar Dağı’nda yanan alanların orman alanı dışına çıkarılması kararı ve tartışılan anayasanın ilk dört maddesi değişikliği vatandaşın kafasında bir soru işareti oluşturdu. Her geçen gün artan kadına şiddet ve çocuk istismarı olayları ise hukukun üstünlüğü ilkesini düşündürmeye başladı. Toplumun yaşadığı atmosfer her geçen gün değişirken İzmir Barosu Başkanı Avukat Sefa Yılmaz, içinden geçtiğimiz süreci anlattı.

Çeşme Projesi ile ilgili Danıştay 6. Dairenin vermiş olduğu ret kararı, Ankara’da İdari Dava Daireler Kurulu tarafından bozuldu. Sizce bu karara uyulmaması gibi bir durum söz konusu olabilir mi?

Bu süreç Cumhurbaşkanlığı kararıyla 2020 yılında başlıyor. 12.02.2020 tarihinde Resmi Gazetede yayımlanan bir kararname ile Çeşme yarımadası ile ilgili olarak, İzmir Çeşme Kültür ve Turizm Gelişim Bölgesi’nin sınırlarının yeniden belirlenmesi ile ilgiliydi. Bu kararnameye karşı Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB), İzmir Barosu, İzmir Tabip Odası, Ege Çevre ve Kültür Platformu (Egeçep) ve vatandaşlar tarafından temyiz edilerek Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’na taşındı. Bu davada iptali istenen kararname 47 km kıyı alanını, bu alanlardaki 5 adayı ve 5 bin hektar orman alanını, içme suyu havzalarının tamamını, bölgedeki koruma alanlarını, nitelikli tarım alanlarını ve zeytinlikleri, kültürel ve arkeolojik miras alanlarını, yarımadada yerleşim alanları dışında kalan alanların tamamını kapsayan bir alan. Toplam 16 bin hektarlık yani 22 bin 400 futbol sahası genişliğindeki bir bölge. Ekosisteme de son derece zarar verecek bir uygulamayı getirecekti. Danıştay 6. Dairenin vermiş olduğu ret kararı, Ankara’da İdari Dava Daireler Kurulu tarafından bozuldu. Eğer hukuk devletiysek, İdari Dava Daireler kurulunun kararına uymak suretiyle Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin iptali yönünde bir karar vermesi zorunlu. Başka bir karar vermesi imkansız.

Yamanlar Dağı’nda yaşanan yangının üstünden bir ay bile geçmeden, yanan bazı yerler ormanlık alanı olmaktan çıkarıldı. Resmi gazetede yayımlanan bu karar hakkında ne düşünüyorsunuz?

Ormanlarla ilgili yapılan düzenlemeler çok özel, anayasada yer alan çok nadir hükümlerden bir tanesi. Anayasanın 169. maddesi ile de bu alanlar korunuyor. Bu sebeple ağaçların yandığı alanlar kamuya ya da özel mülkiyete konu olmaz. Biz İzmir Barosu olarak yangından sonra Orman Bölge Müdürlüğüne gidip yanan alanlarda ağaçlandırma yapmak istediğimizi söyledik. Bu konuda yasal bir düzenleme olduğu için bize, yanan bölgelerdeki ağaçlandırma işlerini Orman Bölge Müdürlüğü’nün yapacağı söylendi, aslında doğrusu da bu. Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nde yazılan alanların yanan alanları da kapsadığı doğru ise anayasanın 169. Maddesine göre bu durum aykırıdır ve bununla ilgili olarak da açılması gereken dava açılır. Hangi hukuk yolu tercih edilecekse buna başvurulur. Tıpkı Çeşme Yarımadası’nda olduğu gibi duyarlı insanlar ve bir araya gelen oluşumla beraber bu kararın iptali yönünde dava açar. Dava açma süresi henüz geçmedi fakat doğru bir tespitin yapılması şart. Doğru bilgi ile doğru iş yapmak gerekir. İzmir Barosu olarak bizler de bu sürecin takipçisiyiz.

Anayasanın ilk dört maddesinin tartışılması konusunda ne düşünüyorsunuz?

Bizim 1982 Anayasamız 177 maddeden ibaret ve şimdiye kadar birçok kez değiştirildi. Dördüncü maddede yer alan ilk üç maddenin değiştirilemeyeceği ibaresiyle değiştirilmesinin teklif dahi edilmesinin yasak olduğunu biliyoruz. Sürekli ‘sivil bir anayasa’ yapalım söylemleri yer alıyor fakat sivil bir anayasa yaparken ilk dört maddeyi de mi dâhil edelim yoksa onları koruyalım mı? Bundan bir ay önce Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş, “Sivil bir anayasa yapalım” dedi. Hemen akabinde bir milletvekili de “İlk dört maddeyi de tartışalım” dedi. Amaç Türkiye Cumhuriyetini; laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti olma özelliğini de tartışmaya açmaktan başka bir şey değildir. 1921 Anayasası cumhuriyet ilan edilmeden önce kabul edildiği için de laiklik ve cumhuriyet adına hiçbir şey yoktur. Neden 1924 Anayasası değil de 1921 Anayasası? 1924 Anayasası cumhuriyet ilan edildikten sonra yapıldığı için ilk dört madde yer alıyor. Neden ona işaret etmiyorsunuz? O da meclis tarafından yapılan sivil bir anayasa. HÜDA PAR ve AK Parti Milletvekillerinin bunları söylemesi laik, demokratik sosyal, hukuk devleti ilesinin ve bunun uzantılarının ne kadar karşılarında olduğunun gösterdikleri bir süreçtir.2010 değişikliği de, 2017’deki değişiklikler de bunları hedefleyerek yapılmıştır. Adım adım geldiler ve bizler her adımda bunlara dikkat çektik. Cumhuriyetin temel ilkeleri ile ilgili ciddi örselenmeler ve yıpranmalar var. ÇEDES örneği gibi birçok örnek var. Anayasada 187 defa değişiklik yapacaksınız, bunun çoğunluğu da on 20 yılda AK Parti iktidarı tarafından yapılacak ve sivil bir anayasa olma yönünde adımlar atacaksınız ama bu yaptıklarınız sizi sadece iktidarda tutmaya yetecek olan şeyler olacak. 2010 değişikliğinde Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkı getirdiklerini söylediler ama insanların Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AHİM) gidişini engellediler. AHİM en azından anaysa mahkemesine gitmeden bu kararları arada iki üç sene gibi zaman kayıpları olmadan veriyor. Şimdi ise Anayasa Mahkemesi yığıldı kaldı, işin altından kalkamaz hale geldi. Sonunda da hak ihlalleri ile ilgili bireysel başvurularda karar vermeyeceğini söyledi. Bir hukuk devletinde olmayan şeyler oluyor bu ülkede. Çünkü biz artık bir hukuk devleti değiliz. Bir insanın iki dudağının arasından çıkacak olan bir sözle, kararname ile yönetiliyoruz. Yargı kararları artık ne yazık k i bağımsız ve tarafsız değil. Hakimler ve mahkemeler verdikleri kararlarla ne kadar tarafsız ve bağımsız olduklarını anlatır. Şimdi o kararlara baktığınızda ne kadar taraflı olduklarını bağırıyorlar adeta. Aldıkları talimatlarla, telefonlarla karar veren mahkemeler var. Yasalara, yönetmeliklere, hayatın olağan akışına öyle kararlar veriliyor ki burada yargının tarafsız ve bağımsız olmadığını ve siyasallaştığını çok net söyleyebiliriz.

Son dönemlerde artan şiddet olaylarının sebebi neler?

Bu sorunun kaynağı ülkede yaşanan hukuksuzluk, süreç çok farklı bir hale geldi. Ceza İnfaz Kanunu’nda yer alan hükümleri o kadar çok değiştirdiler ki bu değişimlerden sonra bunlar yaşanmaya başladı. Bunu siyasal iktidar yapıyor. Siz 26 suç kaydı olan bir vatandaşın cezasını çekmesi adı altında cezaevinde bulunmasını sağlayamıyorsanız ve bu insan bir cinayet işliyorsa o halde sorumluluarı sorgulamak gerekmez mi? Neden bu insanlar bulunmaları gereken yerlerde değiller? Ya da bulundukları yerden neden ıslah edilemeden vatandaşın yanında yer alıyor? Bütün bu hukuksuzlukların temelinde hep anlattığımız bu ülkenin bir hukuk devleti olmaktan çıkmış olması sebebi yatıyor. Bu cinayetler yine devam ederse ne olacak? Türkiye’nin birçok yerinde kadınlar ve çocuklar öldürüldü? Narin’in sebebi hala bilinmiyor. Bunlar için neden kimse çıkıp bir şey söylemiyor. Hepimiz kamusal alandayız. Alsancak’ın ortasında iki insan elektrik akımına kapılıp öldü. Yarın yağmurlar başladığında sokağa nasıl çıkacağız? Kamusal alanları özelleştirdiler. Onları da taşeronlara verdiler. Bir ülkede bir konuyu özelleştirdiğinizde onun denetim yetkisini de özelleştirdiğiniz yerlere vermezsiniz. Deneti sorumluluğu sizde kalır. Hem işi yapıp hem de kendi kendisini denetlemesinde yanlış ortaya çıkar mı? Ya da bunun giderilmesi için yatırım yapar mı? İki kişinin akıma kapılıp öldüğü gün de orada bir cinayet işlendi. Atilla İlhan’ın ‘Cinayeti kör bir kayıkçı gördü, ben gördüm, kulaklarım gördü’ dediği gibi ama bizde kimse görmüyor. Her gün cinayet işleniyor. Bunun sebebi hukukun üstünlüğünden uzaklaşılmasıdır, yargının siyasallaşmasıdır. Ceza İnfaz Kanunu’nda defalarca yapılan adı ‘af’ olmamakla beraber o aşamaya getirdikleri süreçtir.

İstismar, şiddet gibi konularda neler yapılmadı? Nasıl yaptırımlar uygulanmalı?

Hayatın her alanında hukuk var. Siz yasal düzenlemelerinizi buna göre yaparsanız işin temeline “Kişinin kimliği, cinsiyeti, siyasal görüşü, mezhebi ne olursa olsun yasalar önünde herkes eşit bir yurttaştır ve herkes bu ülkenin kamu kaynaklarından, yaşam hakkından faydalanmak ve hukuki bir güvence altında olmak pozisyonundadır” ilkelerini hayata geçirirseniz bu sorunları yavaş yavaş çözersiniz. Siz ülkenizde hukuku insanların tepesinde bir sopa olarak gösterirseniz, muhalif her kimliğe ters kelepçe ile cezaevlerinin kapısını açarsanız, hukuksuzlukları görmezden gelirseniz, ekonomik şiddetin artması için her şeyi yaparsanız; insanları fakirleştirip, yalnızlaştırıp yozlaştırırsanız, kutuplaştırsanız ve yalnızca kendi kitleniz için bir şeyler söylerseniz, başka sesleri ve sözleri duymazdan gelirseniz bunlar olmaya devam eder. Eskiden yasal düzenlemeler yapılmadan önce; sahada olanlar, akademisyenler, bilim insanları, barolar, barolar birliği, mahkemeler, o alanda yetkin olan insanlar bir araya gelir ve aylarca herkes görüşünü bildirirdi. Bir yasanın hazırlanması nereden baksanız iki yıllık bir süreci kapsardı. Şimdi bunu bir gecede yapıyorlar. Kadın cinayetlerini, çocuk istismarlarını söylediğiniz zaman ‘siyaset yapmak’ oluyor, bu bir hukuk siyaseti. İstanbul Sözleşmesini 2011’de ilk biz imzaladık. 2021’ de bir gece yarısı çıktık. Üstelik bu sözleşme uluslararası bir sözleşmedir. Anayasanın 90. Maddesine göre mecliste kabul edilmiş ve iç hukuk düzenlemesi haline gelmiştir. Şimdi ise Cumhurbaşkanı, meclisin iradesinin üstünde bir şey yapıyor. Mecliste kabul edilen uluslararası bir sözleşmeyi dahi iptal edebileceğini gösteriyor. Bunun karşılığı meclis iradesini tanımamaktır. Böyle bir anlayışın bizim hayatımızı kolaylaştırması, kadın cinayetleri, çocuk istismarı, doğanın talan edilmesi, hukukun katledilmesi, eğitim ve sağlık alanında yaşanılanları düzeltmesi mümkün olmaz. Bu bakış açınız ve orata koyacağınız gerçek irade ile ilgilidir. Atatürk 1919’da daha Kurtuluş Savaşı’nın kongreleri yapılırken laiklik, yönetim biçimi ve kadın için hedefler koymuş biz 101 yıl sonra kadın haklarını ve çocuk haklarını tartışıyoruz. Bizde kadın haklarını birçok Avrupa ülkesinde önce elde etmiş ama şu an 100 yıl geriye götürülmek istenen bir anlayış var. İşte biz buna karşıyız. Buna karşı mücadele ediyoruz. İzmir Barosu 116 yıllık tarihe sahip ve bu tarihte cumhuriyetin değerleri önemli bir yer tutar. O değerlere yapılan saldırıların yanında, kadına şiddet, çocuğa yönelik istismar, doğa katliamları konularında korkmadan sözümüzü söyledik. Bundan sonra da korkmadan, itaat etmeden, biat etmeden, ürkmeden sözümüzü söylemeye haykırmaya devam edeceğiz. Hakaret etmeden, kimseye kötü söz söylemeden ve hukuk yollarını kullanarak, gerektiğinde de alanlarda sokaklarda olmaya devam edeceğiz. Yoksa bu hukuksuzlukların önüne geçmek mümkün değil. Tıpkı Çeşme Yarımadası’nda olduğu gibi mücadele edeceğiz.