2024 seçim sonuçları bize gösteriyor ki Ak Parti’nin oy kaybıyla yoksulluk arasında bir korelasyon var. Seçim sonuçlarında özellikle yoksul mahallelerin oy davranışı incelendiğinde bu çarpıcı sonucu ampirik olarak da gözlemlemek mümkün. Örneğin İstanbul’u incelediğimizde aşağıdaki tablo ortaya çıkıyor.
(Sosyo-ekonomik Statü (SES) skorlarına göre sınıflandırılan mahallelerde AK Parti’nin 2024 Yerel Seçimlerindeki oy kaybı oranı. A+ en yüksek, E ise en düşük)
Bunun nedenleri;
1- Ak Parti’nin seçim öncesinde, uyguladığı IMF’siz IMF programı nedeniyle ekonomik popülizm yapamaması ve seçmenlerin ekonomik beklentilerini karşılayamaması,
2- Bunun sonucunda GINI verilerine de yansıdığı haliyle 2023 yılında gelir dağılımı adaletsizliğinin son 20 yılın zirvesine çıkması,
3- İmamoğlu’nun İstanbul’da uyguladığı sosyal belediyeciliğin takdir toplaması,
4- İmamoğlu’nun kutuplaştırma karşıtı dilin seçmenlerin negatif kimliklenmesinin önüne geçmesi şeklinde açıklanabilir.
Özellikle üçüncü ve dördüncü maddenin önemi, bu mahallelerdeki seçmenin ekseriyetinin AK Parti’den kopup CHP’ye yönelmezken diğer partilere yönelmeyi ya da sandığa gitmemeyi tercih ettiği düşünüldüğünde anlaşılabilir. Eğer İmamoğlu birleştirici yerine kutuplaştırıcı bir dil kullanmış olsa ve 2019 seçim süreci boyunca iktidarın iddia ettiği gibi sosyal yardımları sekteye uğratsaydı bu tablonun ortaya çıkması güçtü.
Ancak İmamoğlu’nun bu noktalarda hata yapmaması, seçmen gözünde kendisine karşı negatif bir kimliklenme yaşanmasının önüne geçip, kendisinin –iktidarın bütün çabasına rağmen- bu seçmen gözünde bir nefret objesine dönüşmesini engelledi. Bunun sonucunda hem sosyal yardımlar hem de kimliksel kodların gücüyle Ak Parti’den kopmakta zorlanan hatrı sayılır orandaki kent yoksulu seçmen, CHP’ye gelmese de Ak Parti’ye de gitmedi. İmamoğlu’nun bu çabasıyla iktidarın ekonomideki başarısızlığı birleşince İmamoğlu kendi seçmenini konsolide edebilirken iktidar bunu yapmakta başarısız oldu.
Aslında bu, Türk seçmeninin özellikle “ekonomik oy verme davranışı” olarak adlandırdığımız, yani ekonomiye bakarak kime oy vereceğini belirleme davranışını da yansıtır. Şüphesiz seçmenlerin oy davranışını her zaman ekonomi şekillendirmez, ancak bu tür derinleşen kriz anlarında ekonominin önemi de yadsınamaz.
Yani yalnızca 1 yıl önce ekseriyetle Ak Parti’ye yönelen seçmenlerin bu davranışında Ak Parti’nin seçim öncesinde yaptığı zamlar ve dağıttığı “bedava” seçim nimetleri nasıl önemli olduysa bu seçimde bunu yapamaması da aynı biçimde bir sonuç üretmiş görünüyor.
Nitekim Türk seçmen davranışı üzerine bugüne kadar yapılan araştırmalar da seçmenlerin son 1 yıllık ekonomik performansla gelecek bir yılın olası ekonomik performansını değerlendirerek oy verdiklerini ortaya koyuyor.
Bu, yapılacak ilk genel seçim için de muhalefet açısından bir riske, iktidar açısından ise bir fırsata işaret ediyor: İktidar, seçim nimetlerini dağıtabilecek ölçüde ekonomiyi toparlayabilirse bu seçmeni yeniden kendisine çevirebilir. Bu yüzden muhalefet iç tartışma görüntüsü vermeden toplumun derinleşen sorunlarına komplike olmayan çözüm önerileri sunarken, diğer yandan da onları kimliksel kutuplaşmaya itip iktidara yöneltecek söylemlerden kaçınmalı. Ayrıca muhalefet, ekonomiyi çok iyi yönetebileceğini gösterecek, söylediği her söz halkın gözünde adeta kanun olan bir ekonomi ekibi de kurmalı.
Göç ve sağluk gibi konularda da toplum gözünde bu konuların sahibi olacak olan kişiler hem toplumu ikna edecek proje ve politikalar ile söylemlerini geliştirmeli hem de parti adına daha görünür kılınmalı. Yani özetle, Cumhurbaşkanı adaylığından Türkiye’nin biriken öncelikli problemlerini kimlerin ve ne biçimde çözeceğine kadar varan somut bir hikaye yazılmalı. Bunun yolu da geçen hafta da yazdığım gibi 5N1K sorularını toplumun algı eşiğini aşmayacak basitlik ve somutlukta cevaplamaktan geçiyor. Tıpkı İmamoğlu’nun 2019’da kreşler ve annekart gibi vaatlerle yaptığı gibi…
(12punto.com.tr)