Gerçekleşen konferansta bilim insanları, uzmanlar ve sivil toplum temsilcileri bir araya geldi.
Başkan Sengel’in açıklamalarından ardından başlayan konferansın birinci oturumda Dr. İnan İzci “Dayanıklı ve Sürdürülebilir Kent Vizyonu”, Nasuh Mahruki “Türkiye’nin Afetlerle Mücadelesinde Dünü ve Bugünü”, Doç. Dr. Ezgi Orhan “Dirençli Kentler için Planlama”, Doç. Dr. Ulaş Bayraktar “Kompost Çağında Kentleri Dayanıklı Kılmak” başlıkları altında konuşmalarını gerçekleşti.
Konferansın açılış konuşmasında konuşan Efes Selçuk Belediye Başkanı Filiz Ceritoğlu Sengel, “bu çalışma ile birlike, Efes Selçuk’u yönetim noktasında hem kurumsallaştırmak hem de toplumsallaştırmak istiyoruz” dedi.
“KENTİN HER TÜRLÜ KONUYA DAYANIKLI HALE GELMESİ ÇOK ÖNEMLİ”
Başkan Sengel’in açıklamalarında öne çıkan açıklamalar şu şekilde:
“Özellikle 17 Ağustos gününü tercih ettik. Bu vesileyle depremin hala daha içerimizde yarattığı acı devam ederken 30 Ekim İzmir depremi ve 6 Şubat günü yaşanan depremi de dahil edersek, ciddi olarak depremlerde ders almamız gereken bir coğrafyada yaşadığımızın kanıtıdır. Konferansımızın esas içeriği dayanıklılık kelimesinden geçiyor. Bir risk ve tehlikeye karşı kendini savunma mekanizması. Efes Selçuk’un dayanıklı olması için düşündüğümüz silsileler vardı. Vatandaşın talepleri var. 2019’dan beri ve daha öncesinde de belediyede çeşitli toplantılar yapılır. O toplantılarda ihtiyaçlar noktasında kente yön verilir. Biz bu toplantıları yapıyoruz, onlara göre şekillendiriyoruz ama bu işin bir kompozisyon olması gerekiyor. Sadece afet noktasında değil kentin gerçekten her türlü konuya dayanıklı hale gelmesi çok önemli. Çok daha öncesinde başlattığım bir toplantılar zinciri vardı. Görüşlerini alalım, onlar bize altılık olsun ona göre yol belirleriz dedik. Ama evdeki hesap çarşıya uymadı. 6 Şubat depremi bizi de alt üst etti. Bu noktada en son aşamada bugün hep beraber bir araya gelmemize vesile olan toplantıya başlıyoruz. Bizler biraz sonra akademisyenlerimiz vasıtayla edindiğimiz bilgilerle yuvarlak masalarda Efes Selçuk’un dayanıklılığı için konuşmalar yapacağız. STK’ların başkanları ve yönetim kurulu üyeleri ve muhtarlarımızın olması nedeniyle…
“EFES SELÇUK’UN KULLANMA KILAVUZUNU OLUŞTURACAĞIZ”
Bir kenti yönetmek sadece belediye başkanının değil STK’lara liderlik yapmış olanlar ve söz söyleyecek olanlar bir arada olması ile ilgili bir durum. Sizlerle bir araya gelerek belirlediğimiz 4 başlıkta konuşmalar yapıp fikirlerimiz birbirimiz anlatacağız. Çalıştayın sonunda bahsedilen başlıkları halka anlatabilmek anlamında bütün ilgilileriyle tek tek görüşerek Efes Selçuk’un kullanma kılavuzunu oluşturacağız. Belediyeyi ve kenti yönetmek kamu kuruluşlarıyla birlikte her belediye başkanı değiştiğinde belediye başkanının ne istediği ve vizyonu değişiyor. Toplumla birlikte hep beraber yönetilmesi, fikirleri alarak da daha da genişletilmesiyle alakalı bir durumu söz konusu. Biz Efes Selçuk’a bir kılavuz bırakalım istiyoruz. Bu karar verdiklerimizin hepsinde ortaya çıkan kılavuz benden sonra gelen veya benimle, ne yapılabileceğini bilecek bir pozisyona gelsin istiyoruz. Aslında bakarsanız Efes Selçuk’u belediye nazarında ve yönetim noktasında hem kurumsallaştırmak hem de toplumsallaştırmak istiyoruz. Bunları yaparken bu kente aidiyet duygusu olan sizlerle ve akdeminin ve uzmanların ışığında yapmayı planlıyoruz”
İZCİ: BU BAYRAĞI İLK KALDIRAN EFES SELÇUK
Geleceğe dayanıklı ve sürdürülebilir bir kent bırakmanın öneminden bahseden İnan İzci, “Efes Selçuk’un yapmak istediği aslında şu; ‘Ben anayasal görevimi sorumluğunu alıyorum. Can ve malı koruyup ondan sonra üstüne koyacağım. Ben bilirim edasıyla değil biz kenti akılıyla biz bu işi yapacağız’ diyor. Bu yüzden dayanıklılık çok önemli. Çok güzel binalar yaparsınız ama suyu, kanalizasyonu, yolu yoksa çöp olur. Artık kalkınırken sürdürülebilir olmamız lazım. Gelecek nesillerin haklarını yok saymamız lazım. Bunun için yapılan çalışmalarda 11 hedef belirlendi ve 11’nci hedef olarak dayanıklı ve sürdürülebilir şehirler olarak tanımlandı. Bu noktada Efes Selçuk’ta yapılan sadece Efes Selçuk’un meselesi değil. İzmir’in, Ege’nin, Türkiye’nin dünyanın meselesi. Belediyenin yaptığı çalışma İzmir’e geye katkı yapma çabası. Görmemiz gerek şu, bir araya geliyor, konuşuyoruz da ne oluyor meselesi. Sorunun ne, engeller ne, çözümü için ne yapacağız? Bunu konuşacağız. Başkan günü kurtarma peşinde olmadığını kentin geleceğinin kurtarma peşinde olduğunu söyledi. Bu çok önemliydi. Buraya gelme sebebim akademik kariyerimin yanı sıra en çok vatandaşlık bilinciydi. Çünkü bu bayrağı ilk kaldıran Efes Selçuk. Yaptığınız bina, büyüttüğünüz çocuk, diktiğiniz okul, selam verdiğiniz komşu… bunların hepsi bir şehir dayanıklı olursa sürecek. Yoksa betonların içinden ceset çıkacağız. Bu işin hiç şakası yok!” dedi.
MAHRUKİ: TÜRK MİLLETİ ÜZERİNDEN BİR OYUN OYNANIYOR
AKUT kurucusu Nasuh Mahruki, 17 Ağustos ile 6 Şubat depremi arasındaki farklardan söz ederek, “6 Şubat depremlerinden sonraki süre yorumlamaya çalışıyoruz. 17 Ağustos hala hafızalarımızda taze. Arasında büyük bir fark vardı, Türkiye milletinin performansı hakkında. 17 Ağustos’tan önce kimse deprem konuşmuyordu. 6 Şubat geldiğinde herkesi depremi konuşuyor, herkes biliyordu. Ama performansımız arasında büyük bir fark vardır. Bunun bedelini en ağır şekilde ödedik. Bunu yıllar önce nasıl becerdik, bunu konuşmamız lazım. Bir kapasite sorumluluğudur afet mücadelesi. Kapasitemiz yetmezse yardım çağrısı yapmanız gerekiyor. 17 Ağustos’ta ve 6 Şubat’ta da uluslararası yardım çağrısı yapıldı ama kendi en organize kurumunu TSK’yı devreye sokmadı. 17 Ağustosla ilgili fark TSK’nn sonradan gelmesi oldu. Yapılması gereken topyekûn seferberlik ilan etmekti. Olayın mega bir deprem olduğunu anladıkların da ki anladılar, mega seferberlik ilan etmeleri gerekirdi. Ama etmediler… Asker neden yoktu diyen ilk bendim. Niye yok asker? Bu zamana karşı bir yarıştı… İlk saatler müdahale çok önemlidir ve biz ilk 24 ve 48 saati kaçırdık ve olan orada oldu zaten. Devasa bir coğrafya etkilendi ve bu kışın yaşandı. Hipodermi gibi bir riskte vardı, belki de bunan öldü bir çoğu. Aslında tıbbi destek alıp kurtulacakken kurtulamadı bir çoğu. Mevcut yağı stokunun kötü olması, ikide bir çıkartılan imar affı ve denetlenmemesi, çürük binaların affedilmesi… Hadi siz affettiniz, deprem affeder mi? Çok ağır bedel ödemek zorunda kaldık. 17 Ağustos depreminde daha az insan enkaz alında kaldı. Ama 6 Şubatta çok daha fazla insan enkaz altında kaldı ve vefat etti. TSK’nın müdahalesi iki depremin arasındaki farktı. Bütün devletler5de or5dular ilk müdahale eder. Etrafta market su hiçbir şey yok ama etrafta ATM, kuyumcu, dükkan var. Kamu düzeninin ortadan kalktığı ortamda yağmacılar, hırsızlar, tacizciler, çeteler ortaya çıkar. Çıkar da çıkar. Biz 17 Ağustos’ta başardığımızı, 6 Şubat’ta başaramadık. TSK devre dışıydı çünkü bugün hala devre dışı. Beklenen İstanbul depremi çok daha büyük yıkıma neden olabilir. İstanbul 6 Şubat’ta yaşanan bölgedeki nüfus yoğunluğunun 20-20 katı. Bir de 4 milyon sığınmacıyla birlikte yaşıyoruz. O gün geldiğinde sığınmacıların nasıl davranacağını kimse kestiremez. Önlerine gelene vatandaşlık dağıttılar. Kaç kişiye verildi bilmiyoruz. Normalde verilen vatandaşlık Resmi Gazete’de isim isim yayınlanırdı. Kaldırıldı. Türk milleti üzerinden bir oyun oynanıyor. Bu oyunun bedelini ilk Maraş depremindeki insanlar ödedi” diye konuştu.
ORHAN: AFET RİSKLERİNİ DÜŞÜNMEMİZ VE ÖNLEM ALMAMIZ GEREKİYOR
Son olarak konuşan Doç. Dr. Ezgi Orhan ise, “17 ağustos depremi milat oldu. Afet yönetimimizi farkındalıkla birlikte değiştirmeye başladık. O değişimle birlikte mevzuatımızda da yasal yapımıza kadar pek çok değişimi meydana getirdi. Bu mevzuat değişikliğindeki en önemli noktayı dünya trendine bırakalım dedi. Risk azaltma. Risk azaltamaya dair ne yapabiliriz dedik. Kentlerimizin ne kadar zayıf oluğunu gördükten sonra o mevzuatta değişiklik yaratmaya başladı. İlçe yönetimlerine dönüşümü işaret eden araçlar verildi. Yapılı çevreler zayıf onu dönüştürülebilecek bir şeye işaret etti. Bu da kentsel sönüşüm önümüze bıraktı. Başka araçlarda tanımlandı. Eylem planları üretmeye, dünya uluslararası deprem stratejisi yaptık. Çoklu afet risklerine de bir şeyler yapmak gerekiyor. Türkiye buna da uyum sağladı. Bunun bir sonraki aşaması, bu belgeler hazırlandıktan sonra bunu uygulayan yerel yönetime devir teslim gerekiyordu ama bunun uygulayan çok az oldu. İnisiyatif alanlar ve uygulamaya geçenler az oldu ve yaygınlaşamadı. Belirli bir süre seçilen yerle yönetim, belirsiz bir gelecek için gelen afet için yatırım yapar mı? Yoksa kısa sürede geri dönüşüm olacak projelere mi öncelik verir? Ülkemizde uzun caddeli afetler için tetikleme mekanizması gerekiyor. Bu harekete geçmeyi nasıl sağlayabiliriz? Yerel yönetimlerin kaynakları merkezi idareye göre sınırlı. Müdahale etmek zor. Riskleri bertaraf edemedikçe büyüyen bir problem ortaya çıktı. Biz risklerden kaçınamıyoruz ve kentleşmemiz test edilmişti ve yaralı olduğunu gördük. Biz gözümüzü kulağımızı İstanbul’a dikmişken beklemediğimiz bir yerde hata verdi. Bir şeyi hızlı yapmak istiyorsanız en kolayını ve en ucuzunu seçersiniz. Hazine arazileri, yamaçlar, dere yatakları. Bütün kentleşmemiz bunun üzerine kurulu. 99 depreminde başka, 6 Şubatta başka yerde gördük. Bütün ülkede yaşanan bu sorun… Elimizdeki sınırlı kaynaklara mücadele edemezsek nasıl dirençlilikten bahsedeceğiz? Bu yap içinde oldukça zor. Üst karar mekanizmamız yoksa, merkezi yönetimlerden yerel yönetimlerden böyle bir irade yokken bütün toplumda şu beklenti ortaya çıkıyor. Bir gün zarar edersem, biri gelir yardım eder. Yardım bekleme durumumu o kadar uzun süre devam ediyor ki! Pasif vatandaşlar oluşuyor. Kentimiz dayanıklı değil ama yardım bekleyen pozisyona geliyor. Bu yardımlar dirençlik kent veya toplum olmamız sağlamıyor. Yardımlar sadece yara sarıyor. Sınırlı kaynaklar verildi yardım için. Kesin çözüm oldu mu, hayır. Kamumun her seferinde aynı yanılgıya düşecek aynı kayna yo afetler kalkınmanın önündeki en temel eylemdir. Afet risklerini düşünmemiz ve önlem almamız gerekiyor. Ama bu önlem kültürünü almak cidden zor. Kim yapacak, en temel soru bu” dedi.