Geride bıraktığımız hafta 15 Kasım’da Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 41’inci yılını kutladık. ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampüsü Atatürkçü Düşünce Topluluğu’nun çıkardığı Kemalist Kıbrıs Dergisi, Kasım 2024 sayısı Barış ve Özgürlüğün 50. Yılı temasıyla yayınladı.
Benden de konuk yazar olarak dergide bir yazı istemişlerdi. Biraz iktisat tarihi penceresinden, biraz denizcilik üzerinden biraz da günümüzün ekonomik şartları ve jeopolitiği üzerinden bir değerlendirme yapmaya gayret ettim. Dergi yazısı olduğu için biraz uzundu. Burada özetleyip aktaracağım.
Kısa bir yazıda genel çerçeve içinde Kıbrıs’ı anlamaya çalışacaksak, zorunlu olarak daldan dala atlayacağız. Biraz Osmanlı İktisat Tarihine, biraz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ilke ve Aydınlanma Devrimlerine, biraz bugüne, biraz dünya ve Doğu Akdeniz jeopolitiğine göz atıp bazı başlıkları hatırlayalım. Ve elbette barış ve özgürlüğü konuşuyorsak bu kavramlara da değinmeye çalışalım.
OSMANLI KIBRIS’TAN NASIL VAZGEÇTİ
Osmanlı’da donanmanın geri kalmasının detaylarına kısaca bakalım. Denizciliği besleyen ana kaynak, coğrafya, astronomi, matematik başta olmak üzere bilimdir. Osmanlı’da din uleması, 1583 yılında meydana gelen veba salgını ve depremin nedeni olarak Tophane’deki Rasathaneyi sorumlu tuttu. Şeyhülislam’ın fetvasıyla donanmanın ve bilimin itici gücü olan Tophane Rasathanesi yine donanma tarafından topa tutularak yok edildi. O tarihten sonra Osmanlı’da donanma bir türlü iflah olmadı. Abdülmecit ve Abdülaziz döneminde donanmaya büyük yatırım yapılmış olsa da, bilimi terk eden sanayi devrimini ıskalayan bir ülkede yetişmiş insan gücü eksikliği nedeniyle o donanma elbette başarılı olamazdı. Gemilerin bakım-tutumu yapılamıyor, en basit navigasyon hataları nedeniyle gemiler denizde kayboluyordu. Her ne kadar Osmanlı denizcileri rakip ülkelerin denizcilerine göre daha az eğitimli olsalar bile yine de Osmanlı içinde karacı paşalardan daha yaratıcı idiler. En azından dünyanın bir öküzün kafasının üzerinde tepsi gibi düz olmadığını, yuvarlak olduğunu, astronomiyi, enlem ve boylamları biliyorlardı. Karacılar için de hatta padişah için de tehdit olarak görülüyorlardı. Denizcilerin darbe yapmasından korkan Abdülhamit Donanmayı Haliç’te çürümeye terk etti. Osmanlı 19. Yüzyılın sonunda ve 20. Yüzyıla donanmasız girdi. Günümüzde de, emperyalizmin tetikçisi Siyasal İslamın denizci korkusunu, 2010 yılında tezgahlanan kumpas Balyoz Davası ile not düşelim.
Birinci Dünya Savaşının çıkış nedenleri arasında, Almanya’nın deniz aşırı emperyalizme dahil olması ve 1895 yılında, İngiltere’den sonra dünyanın en büyük ikinci donanmasını kurma projesini hayata geçirmesi olduğunu hatırlatalım.
Deniz gücü ve donanma oluşturmak, devletlerarasında savaş nedeni olacak kadar önemliyken, ikinci Abdülhamit döneminde Osmanlı Donanmasının Haliç’te çürümeye terk edilmesi 1878’te Kıbrıs’ın verilmesinden 1912’de Ege adalarının kaybedilmesine ve Orta Doğu Mısır, Libya’daki toprak kayıplarına kadar birçok yenilginin nedenleri arasında sayılmalıdır.
Abdülhamit döneminde, 93 Harbi olarak bilinen 1877-1878 tarihlerindeki Osmanlı Rus Savaşı sonrasında Rusya Balkanlarda büyük üstünlük sağlamış, Rus Ordusu o zamanki adı Ayastefanos olan Yeşilköy’e kadar gelmişti. Başkent İstanbul’un kurtarılması için 3 Mart 1878 tarihinde Ayastefanos Anlaşması ile Osmanlı çok ağır şartlarla karşı karşıya kaldı. Balkanlar’da Bulgaristan Prensliği kurulması ve hem Balkanlarda hem de Doğu Anadolu’da (Kars Ardahan, Artvin, Batum) gibi toprak kayıpları yaşandı. Üzerine de Osmanlı nakit olarak 300 milyon Ruble Savaş tazminatı ödeyecekti.
Bu ağır şartlar Osmanlı Devletinin Ruslar tarafından yutulması anlamına geliyordu. Osmanlı’nın tek başına Ruslar tarafından yutulması, Rusların sıcak denizlere Akdeniz’e inmesini beraberinde getirecekti. Bütün bunlar da, deniz aşırı İngiliz Emperyalizmi için tehdit oluşturuyordu.
Önce Yahudi bankerler devreye girdi. Filistin topraklarının satılması karşılığında Ruslara savaş tazminatının ödeneceğini söylediler. Abdülhamit Filistin’i vermedi. Devreye İngilizler girdi, 5 Haziran 1873 tarihinde Berlin’de yapılan gizli bir anlaşma ile İngilizler Rusya’ya baskı yapıp Osmanlı’ya destek vereceklerdi. Karşılığında da, görünürde Osmanlı egemenliği devam edecek ama Kıbrıs İngilizlere kiralanacaktı. İngilizler adayı Osmanlı Padişahı adına yönetecekti. Bu anlaşmaya dayanarak İngilizler yaklaşık bir ay sonra 12 Temmuz 1873’de Kıbrıs’ı işgal etti.
İngilizlerin baskısı ile 300 milyon rublelik savaş tazminatı 50 milyon rubleye indi ama Osmanlı borç batağı içinde idi. Osmanlı Avrupalı bankerlere ve ülkelere olan borçlarını ödeyemiyordu. Sonuçta 1875 yılında moratoryum ilan edildi, 1881 yılında da Osmanlı’da vergi toplanması ve Osmanlı Maliyesi Avrupalı ülkelerin oluşturduğu Duyunu Umumiye İdaresine bırakılmıştı.
BARIŞ VE ÖZGÜRLÜK ÜZERİNE
Yazının girişinde daldan dala atlayacağız demiştik. İktisat tarihi ve denizcilik perspektifinden sonra Kıbrıs Barış Harekâtının 50’inci yılında Barış ve Özgürlük kavramlarına bakalım. Barış ve özgürlük çok değerli kavramlardır. Ancak ne yazık ki, bu iki kavramın değeri savaşlarla, esaretle, vahşi sömürü düzeninin insafsız çarkları arasında yaşanan büyük acılarla anlaşılabiliyor.
Ve barışı korumak sadece iyi niyetlerle değil, bağımsızlığı koruyabilecek güçlü ekonomi, siyasallaşmamış güçlü ve moralli bir ordu ve bu iki gücü arkasına alan, gerektiğinde savaşmaktan kaçınmayan ama barışı önceleyen diplomasi ile mümkün olabiliyor.
Ekonomik bağımsızlığı yara almış dış borç batağına saplanmış bir ülke;
Moral olarak çökertilmiş, siyasallaşmış bir ordu;
Dejenere edilmiş diplomasi kadroları;
Ve elbette bunlara yön veren siyasal iktidar ülke çıkarlarını korumaktan uzaklaşır, emperyalizmin çıkarları öne geçer.
Bunların üstüne, özgürlük ortamını, demokrasi kültürünü, yargı bağımsızlığını, demokratik denetim mekanizmalarını kaybetmiş, devlette ve toplumsal yapıda çoklu bir çürüme ve çöküş yaşayan bir ülke düşünün.
Şimdi bu riskler çerçevesinde Kıbrıs’ın jeopolitiğine ilişkin başlıklara kısaca göz atalım.
KIBRIS’IN JEOPOLİTİĞİ
Akdeniz haritasına ve Doğu Akdeniz’in jeopolitiğine bakınca Kıbrıs’ın önemi kendiliğinden ortaya çıkıyor. Uzun uzadıya Kıbrıs’ın jeopolitik önemini burada anlatma gereğini duymuyorum. Bu konuda özellikle denizci subaylarımızın ve uzmanların çok değerli çalışmaları bulunuyor.
Gerek Türkiye’nin gerek Kıbrıs’ın bekası ve Türk varlığı için Kıbrıs asla taviz verilemez bir konumdadır. Türkiye ve Kıbrıs BOP Projesinin hedefindedir. Türkiye, Batı’da Yunanistan sınırında Dedeağaç’tan başlayıp silahlandırılan Ege Adaları ve nihayetinde de Güney Kıbrıs’taki ABD üsleri ile batıdan güneye doğru kuşatılmış durumdadır.
Kıbrıs, emperyalist ülkeler için masrafsız devasa bir uçak gemisi filosu değerindedir. Türkiye’nin süratle Kıbrıs’ta büyük çaplı deniz, hava ve kara gücü barındıran askeri üs kurma zorunluluğu vardır. 50 yılın sonunda dost bildiğimiz ülkeler dahil hiçbir ülke Kıbrıs’ı tanımıyorsa, Kıbrıs Türk halkının tercihine bağlı olarak Kıbrıs’ın Türkiye’ye ilhak etmesi ve Türkiye’nin bir parçası olması gerektiğine inanıyorum. Mevcut iktidarın bunu yapacağına ihtimal vermiyorum.
Emekli Tümamiral Cem Gürdeniz’in, Cumhuriyet Gazetesi’nde Prof. Dr. Barış Doster’e yaptığı değerlendirmeden kısa bir alıntıyla yazıyı tamamlayalım.
“Asıl olan jeopolitiktir, enerji mücadelesi ikinci plandadır. Zira bulunduğumuz alan; enerji jeopolitiğini, kenar kuşak jeopolitiğini ve İsrail’in güvenlik jeopolitiğini ilgilendiriyor. Doğu Akdeniz ve genelde Akdeniz, 21. Yüzyıl Türk jeopolitiğinin asli damarıdır. Bu denizden bizim soyutlanmamız düşünülemez. Ancak Türkiye, Doğu Akdeniz’de vazgeçilmez çıkarlarına karşı, büyük bir meydan okuma zinciri ile karşı karşıya. Türkiye’nin güneyden kuşatılması ve “Mavi Vatan” dediğimiz, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki kıta sahanlığında, Münhasır Ekonomik Bölgede (MEB) hakkı olan 150 bin kilometrekare alanın gasp edilip Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ve Yunanistan’a verilmesi.”
(12punto.com.tr)