Aslında her şey 90’lardan beri sakladığım kasetlerimi bulmamla başladı. Çoğunu kasetten dinlediğim, bana şekil vermiş, değiştirmiş, ruhuma sirayet etmiş müzisyenleri, albümlerin hepsini bir yazıya sığdırmam mümkün değil. Bu yüzden bu bir yazı dizisi olacak. İlk yazıda beni en çok etkilemiş, on yerli rock ve caz albümünden söz edeceğim. Albümler hakkında teknik bilgi vermek yerine, albümlerin üzerimde bıraktığı etkiyi anlatmaya çalışacağım. Beğeni sıralamasıyla değil, rast gele bir sırayla başlıyorum.
Bulutsuzluk Özlemi – Sözlerimi Geri Alamam (1994)
Çocukluğum… Neslimin çocukluğu… Şiirin hikâyeyle birleştiği daha güzel bir albüm var mıdır bilmiyorum. Birçoğumuz için özel bir albüm. 90’lı yılların efsanesi. Tatlı bir düşü anlatır gibi, çocukluğa yaraşır bir aşkla bağıra bağıra söyleyerek dinlediğimiz bir albüm. Dünyayla bir bütün olduğumuzu ilk hissettiğimiz o çocukluk yıllarında bir ses bize “Ne olursa olsun yaşamaya mecbursun” demişti. Bundan daha iyi acil durum kiti olabilir mi? Kaç hayat kurtarmıştır kim bilir? Var olsunlar.
Nekropsi – Mi Kubbesi (1996)
Nekropsi’nin ilk albümü. Mi Kubbesi, progresifliğinin hakkını vererek, rock’tan caza ve elektroniğe zaman zaman saykedeliğe uzanan tavrıyla, -grubun ismiyle tutarlı bir şekilde- içimizdeki “cesede çıplak gözle bakıyor”, ruhumuzun derinlerini deşiyor, üzerimizde adeta bir deney yapıyor. Özellikle Fok, Göç ve Efsane, en sevdiğim parçalar. Yollar albümün en acayip şarkısı, Son ise ilginç şekilde albümde olmasa da olur dediğim bir parça olmuştur. Albüm, kendini hem arayan hem inşa etmeye çalışan on beş yaşındaki halim için müziğin sınırlarını da başka bir yerden gösteren, sıra dışı bir deneyimdi diyebilirim.
Pat Metheny & Charlie Haden / Beyond The Missouri Sky (Short Stories) (1996)
Yıllardır dinlemekten asla bıkmadığım, müthiş bir albüm. Cazın varoluşuna uygun şekilde, bin bir türlü dinlemeye/okumaya açık parçalar/hikâyeler. Her zaman farklı, her zaman zihin açıcı. İnsan müzikten başka ne bekler ki? Kişisel tarihimin, özellikle yalnız geçirdiğim zamanların en kıymetlilerinden. Yüzünüze doğru esen bir meltem gibi…
Kâmil Erdem / Asiaminor – Kedi Rüyası (1997)
Sırada bizim musiki makamlarıyla cazın harmanlandığı kendine has bir etnik caz albümü var. Her zaman keyifle dinlediğim bir albüm oldu Kedi Rüyası ama on altı, on yedi yaşlarında ilk dinlediğim zamanlarda gerçekten şaşırtmış ve gülümsetmişti. Eşref Saati’nden Zaviye’ye, Kedi Rüyası’ndan Balkan Reggae’ye neşeli bir albümle karşı karşıyayız her şeyden önce. Bestenigar Forte’nin ise bence bu albümde, hikâyelerin sonuna doğru pik yapan tepe noktası gibi özel bir yeri var. Ardından İstanbul ile nefesimizi düzenliyoruz ve Hayal Meyal Kahire ve Karar (Hüseyni) ile ağır ağır bitiyor albüm. Bizi neşeden hüzne, meraktan dinginliğe duygular arasında yumuşak bir yolculuk yaptırmış olmanın gururuyla.
Serdar Ateşer – Avdet Seyri (1998)
Kişisel tarihimde keşfettiğim andan itibaren bambaşka, özel bir yere oturan Avdet Seyri’ni birkaç kelimeyle tanımla deseler; “var olma coşkusu” derdim. Üstelik tıpkı iyi bir roman gibi, albümün her dinlendiğinde başka şeyler hissettiren bir duruşu var. Avdet Seyri, muhtelif enstrümanların yanında farklı seslerden, nidalardan, bazen bir anonstan, ikazdan, kayıtlardan ördüğü zengin müziğiyle derin hikâyeler anlatmayı başarıyor. Bazen bizi memleketin siyasi tarihinde bazen kendi içimizde bir yolculuğa çıkarıyor. Bazen de kendimizi yüzyılın yarattığı tuhaf boşluğun içinde kara kara düşünürken buluyoruz. Ancak bu deneyim albümü her dinleyişte farklı şekilleniyor. Bu yüzden kendimi yirmi altı yıldır sık sık, beni zihnimin seyircisi yapan bu acayip albümün başına avdet etmek için sabırsızlıkla beklerken buluyorum.
Önder Focan – Beneath The Stars (1998)
Önder Focan’la tanışma albümümdür. Bu albüm bence şarkı isimlerine bağlı kalınmadan dinlemeye açık, hissiyatı dinlendirici, yer yer şaşırtan bir albüm. İlginç şekilde parça geçişlerinin az hissedildiği, “bütün” bir albüm diyebilirim Yıldızların Altında için. Benim kişisel tarihimdeki yeri de, cazı keşfettiğim ilk gençlik yıllarımı ve elbette cazın en çok doğaçlama olduğunu hatırlatmasıyla ilgili.
Anne – Yaşar Kurt (2003)
Yaşar Kurt’un bu toplama albümü o dönem arkadaş grubumda gündelik hayatımızın önemli bir parçası haline gelmişti. Özellikle albüme ismini veren “Anne” şarkısı, her zaman hislerimize tercüman olmuştur. Yaşar Kurt’un “duygusal” değil “duygulu” ve içten, kendine has yorumu ise onun bir yorumcu olarak da özel bir yerde durmasını sağlıyor. Özellikle yolculuklarda bu albümü walkman ile dinlediğimi net hatırlıyorum. Albüme sirayet etmiş temaları düşünürsek albümü tek öykü olarak tanımlamak da mümkün. Hayata ayak uyduramayan, yalnız bir adamın öyküsü…
Eski Köprünün Altında – Duman (1999)
Duman için söylenebilecek şeyler net ve güçlü. Bir büyü yapsaydık ve “Türkiye’nin ruhu bir rock grubu olsun, abrakadabra” deseydik ancak böylesine iyi bir şey ortaya çıkardı. Duman, bir büyücü gibi bize memleketin özellikle de gençliğin ruhunu üflüyor. Duygusal, kırılgan, maskülen, aşk dolu ve isyankâr bir ruh o. İyi ki…
Pilli Bebek – Olsun (2007)
Açıkçası sevdiğim dizi film Behzat Ç.’den sonra, dikkatimi biraz geç çekmiş bir albüm oldu bu. Dinledikçe, dinledikçe, her geçen gün daha çok sevdiğim bir albüm oldu ama. Şiirli, hikâyeli, duygulu ve ruhuma dokunan bir albüm Olsun. Hayatta yalnız olduğum ama yalnızlığımı sevmeyi öğrendiğim bir dönemdi. Benim için o değerli dönemle bütünleşti, hep de öyle kalacak.
Şenay Lambaoğlu – Rüyalarıma Gir (2018)
Hani hayatta nerede olduğunuzu sorguladığınız, kırklarınıza yaklaştığınız bir dönem vardır ya… İşte tam öyle bir dönemde yolum kesişti bu albümle. Şenay Lambaoğlu’nun zarif, kalbe dokunan, arkadaşça seslenen sözleri ve müziği bana hep eşlik etti, etmeye de devam ediyor. Ne zaman içime dönmek istesem, tatlı bir atmosfer eşliğinde hülyalara dalasım gelse bu albümü dinlerim.