Vatanımız için kurtuluşun ve kuruluşun lideri Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü aramızdan ayrılışının 86’ıncı yıldönümünde minnetle anıyorum. Atatürk ilke ve devrimlerine sahip çıkmak adına üzerime düşenleri yapmaya çalışıyorum. Sadece yıl dönümlerinde ve ulusal bayramlarda değil, her fırsatta ve her zeminde Aydınlanma Devrimlerine ilişkin bildiklerimi aktarıyorum.
Atatürk’ü anlamak, ilke ve devrimlerine sahip çıkmak, geçmişin nostaljisine takılıp kalmak değildir. İlke ve devrimlerin ruhunu kavrayıp günümüz dünyasında uygulamasını sağlayabilmek ve “Çağdaş Uygarlık Seviyesinin üstüne çıkmak” hedefidir.
Atatürk’ün devrimleri, zamana, mekâna ve bir dogmaya bağlı, olmuş bitmiş “durağan devrimler” değildir. “Çağdaş Uygarlık Seviyesinin üstüne çıkma” hedefi ve “Hayatta en hakiki yol gösterici bilimdir” sözleri, çağın gereklerine uygun olarak “sürekli devrimciliği” çok berrak bir şekilde ortaya koyar.
Bazı ilkeler zaman ve mekandan bağımsız olarak kalıcıdır.
Tanrıya yönelmede insanı, ülke yönetiminde devleti özgür bırakan, çağdaş devlet, çağdaş hukuk ve demokrasinin kaynağı olarak Laiklik,
Ulus devleti tanımlayan ırkçı yaklaşımı ret eden Milliyetçilik,
Yurttaş-devlet ilişkilerinde siyasal ve ekonomik tercihleri belirleyen sömürüye karşı adil bölüşümü önceleyen Halkçılık,
Egemenliği hanedanlıklardan, monarşiden alıp ulusa veren Cumhuriyetçilik ilkelerinin içinde bulunduğumuz çağda geçerliliği ve kalıcılığı tartışmasızdır.
Milliyetçilik kavramını ırkçılığa dayalı hale getirirseniz, ulus devletten vazgeçmiş ve ülke bütünlüğünü kaybedip bölünmeyi kabullenmiş olursunuz.
Atatürk ilke ve devrimlerini günümüz şartlarında yorumlayıp ona göre ekonomik politikalar oluşturma çabasında en detaylı çalışmamız gereken konu, şüphesiz Devletçilik olacaktır.
Devletçilik ilkesi, Atatürk Devrimcileri tarafından da, sol-sosyalist devrimciler tarafından da, liberaller ve muhafazakârlar tarafından da farklı yönlerde en çok yorumlanan ilkedir. Hemen her görüş, kendi penceresinden bakmıştır. Farklı yorumların ortaya çıkmasında, 1923-29 ve 1929-1930 arasında uygulanan ekonomik politikalardaki değişikliğin etkisi büyüktür. Ama konu o kadar basite de indirgenemez. Atatürk’ün devletçilik ilkesi 1929 sonrası ortaya çıkmış değildir. Başından beri vardır. Uygulama şekli ve yöntemleri günün şartlarına göre özellikle 1929 büyük dünya bunalımından sonra farklı gelişmiştir.
Gazi Mustafa Kemal Paşa, 1 Mart 1922 Meclis açış konuşmasında da, 17 Şubat 1923’te İzmir’de toplanan Türkiye İktisat Kongresi açış konuşmasında da devletçilik politikalarının gerekliliğine işaret etmişti.
Farklı görüşten kişilerin, Atatürk Devletçiliğine farklı yerden bakması üzerine Ordinaryüs Prof. Dr. Sadi Irmak’ın şu değerlendirmesini aktarmak yerinde olacaktır:
“Devletçilik, kötü politikacıların elinde oyuncak olmuş, dejenere edilmiş bir konudur. Aslında devletçilik Mustafa Kemal’in en kuvvetli cephesidir. Çünkü devletçilik, beşeri, milli; milli olduğu kadar da insani bir görüştür ve alanı sadece ekonomik kalkınma değildir. Daha fazla sosyal hedefleri de beraber güden bir görüştür.” (Ordinaryüs Prof. Dr. Sadi Irmak, Atatürk döneminde Türkiye Ekonomisi Semineri Yapı Kredi Bankası 1981- S.128-129)
Atatürk’ün ekonomideki düşünceleri nasıl şekillendi. Kısaca göz atmakta fayda var.
Atatürk’ün entelektüel birikiminde, Fransız Devrimi sonrası ortaya çıkan, düşüncelerin etkisi büyüktü. Egemenliğin halka ait olması, ulus devlet, milliyetçilik, laiklik, insan hakları, yurttaşlık hakları, eşitlik, özgürlük, adalet gibi kavramlar hem dönemin düşünce birikimini oluşturdu hem de Mustafa Kemal Atatürk’ün düşünce biçimini şekillendirdi. Yine 19. Yüzyılın ikinci yarısı ve özellikle son çeyreğinde kapitalizmin eşitsizliğine olan başkaldırı, hem sosyalizmin (kolektivizm) hem de iki uç arasında (liberalizm ile sosyalizm) bir anlayışla devletçiliğin ortaya çıkmasında etkili oldu.
ATATÜRK’ÜN OKUDUĞU EKONOMİ KİTAPLARI
Atatürk’ün kitaplığına ve o dönem Batıda egemen olan ekonomi akımlarına bakarsak, Atatürk’ün ekonomideki devletçi yaklaşımını, daha iyi kavrayabiliriz. Burada Prof. Dr. Zafer Toprak’ın; Atatürk, Kurucu Felsefenin Evrimi kitabı önemli ipuçları veriyor.
“Dönemin birçok düşünürü gibi, Atatürk de iktisatta, yaygın düşünce sistemi olan solidarizm üzerinden ulaşıyordu. Temel başvuru kaynağı, Fransa’nın solidarist iktisatçılarıydı. O tarihlerde özellikle Charles Gide ve Charles Rist, Türkiye’de iyi biliniyordu. Charles Gide’in dört ciltlik İlmi İktisat Dersleri ve Charles Rist’le birlikte yazdıkları Fizyokratlardan Günümüze Kadar İktisadi Mezhepler Tarihi adlı iktisadi fikir hareketleri tarihinin Fransızcası ve Türkçesi, Atatürk’ün kitaplığında bulunuyordu. Kitaplığında klasik iktisatçılardan bir tek 1852 baskısı Jean-Baptiste Say’ın Cours complet, d’êconomie politique pratique (Uygulamalı ekonomi politik) adlı eser yer alıyordu.
Atatürk’ün dönemi açısından zengin kitaplığında, iktisat ile ilgili eser sayısı sınırlı kaldı. Yukarıda belirtilen kitaplar bir kenara bırakılırsa, iktisatla bağlantılı kitaplar Türkiye’nin mali ve iktisadi bağımlılığı üzerine eserlerdi.
DEVLETÇİLİĞİN DOĞUŞU- SOLİDARİZM ETKİSİ-ÇATIŞMA YERİNE UZLAŞMA
Atatürk’ün iktisadi görüşleri, kuramsal nitelikteki kitaplardan çok yakın tarihin tanıklığı ile oluşmuştu. Bu nedenle, iktisatla siyaseti birlikte değerlendiriyordu. Ülke kaynaklarının sınırlı olduğunu görüyor, bu nedenle devletin dahline inanıyordu. Bu konuda Cihan Harbi yıllarında birçok ülkede bir tür “etatisme” ya da Türkçeye daha sonraki çevirisiyle devletçiliğin doğduğunu görmüştü.
Cihan Harbi sonrası gözlenen müdahaleciliğe, devletçiliğe yöneliş, 19. Yüzyılın son çeyreğinde gündeme gelmişti. Bu, bir tür liberalizme tepkiydi. Uzun depresyon diye nitelenen 1873-1896 arası dönem, bu konuda kaygıların doğduğu bir evreydi. İktisatta liberal anlayış zenginlere yaramıştı. Orta hallileri ezmiş, toplumun bir kesimini yoksulluğa sürüklemişti. Sanayileşmeyi gerçekleştirememiş, geri kalmış ülkeler için ise sonuç, felaket ve perişanlık olmuştu. Sosyalizm bu gelişmelere tepkinin sonucuydu. Karl Marx’ın fikirlerinden esinlenerek kolektivizme kadar giden derece derece müdahaleci ve sosyalist düşünce seçenekleri, liberalizmin ifratına karşı tefrit niteliğindeydi. Düşünürler ifrat ile tefrit arasında bocalayarak bu iki uç akımın ortasında bir anlayışa, son kertede Batıda “etatisme” diye adlandırılan devletçilikle varacaklardı. Devletin vurgulandığı iktisadi model, her ülkede farklı bir biçimde tezahür ediyordu. Almanya’da sosyal demokrasi doğarken, Fransa’da bunun adı solidarizmdi ve Radikal Parti çevresinde rağbet bulmuştu.
Durkheim, Bougle, Duguit gibi düşünürlerin işbölümü kuramı, Radikal Parti liderlerinden Leon Bourgeois’nın geliştirdiği solidarist anlayışın sonucuydu. Almanya ve Fransa’daki işçi hareketleri, her iki ülkede uzlaşmayı önceleyen modellerin doğmasına neden olmuştu. Marx, çatışmanın ve çelişkinin sosyoloğu idi, Durkheim ve Weber ise uzlaşmadan, uyumdan yanaydı. Türkiye, sosyolojinin bu seçeneklerinden Durkheim’i tercih etmişti. Cihan Harbi ertesi İngiltere ve Almanya’da gündeme gelen programlı ekonomi anlayışı Fransızların güdümlü ekonomi dedikleri uygulamaları ve güçlenen kooperatifçilik akımı son kertede Türkiye’de devletçilik diye bilinecek anlayışın farklı ifade biçimiydi.” Prof. Dr. Zafer Toprak, ATATÜRK Kurucu Felsefenin Evrimi, Türkiye İş Bankası Yayınları.
TEMEL İLKELER
Atatürk’ün devletçilik anlayışı ile 1929 bunalımı sonrasında Keynes’in ortaya attığı devlet müdahalesi arasında hiçbir ilişki yoktur. Keynesyen devletçi anlayış, “ Devleti ekonomiden kovmaya çalışan kapitalist sistemin, krize girdiği dönemlerde arka kapıdan devleti ekonomiye davet ederek para basması ve krizi çözmesi” içindir. Bugün Neoliberal sistemin neden olduğu sınıflar arası ve ülkeler arası gelir eşitsizliğine karşı arayışlarda devletçi yaklaşımın ya da bir nevi “Devlet kapitalizminin” ön plana çıkması, Atatürk dönemi devletçilik anlayışını çok daha detaylı incelememizi gerektiriyor.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ilke ve devrimlerini değerlendirirken her zaman elimizde bulunduracağımız iki altın anahtar var.
“Özgürlük ve Bağımsızlık benim karakterimdir.”
“Hayatta en hakiki yol gösterici bilimdir.”
Atatürk İlkelerinin Altı Ok’ta simgeleşmesi ve bu simgenin bir partinin (CHP) amblemi olması, ilkeler için bir talihsizlik oldu. Partiler arasındaki rekabetin doğal sonucu olarak anlamından kopartıldı. Bu anlam kopuşu öyle bir hal aldı ki, CHP üst yönetimi bile uzun yıllar öncesinde Altı Ok’un ruhunu unuttu felsefesinden koptu. Hele hele en son oklardan birini yeşile ve mora boyamayı bile konuştu.
Türkiye Cumhuriyeti’nde Gazi Mustafa Kemal Atatürk İlke ve Devrimlerini tekrar egemen kılmak için çalışmak boynumun borcudur. Sonsuz saygı ve minnetlerimle…
İlgi duyanlar için… Bu yazıda, sözünü ettiğim Gazi Mustafa Kemal Atatürk ilke ve devrimlerinin günümüz şartlarında yorumlanması ve bir manifesto detayları için, bu yılın başında yazdığım Yirmi Birinci Yüzyıl İçin Türkiye’nin Fabrika Ayarları / Ekonomide Karşı Devrim kitabını (Naviga Yayınları ve Amazon satış sitesi) öneririm.
(12punto.com.tr)