Aydan Çelik’in Bisiklet Manifestosu’na göre bisiklet; eşitliktir, özgürlüktür, çocukluktur, aylaklıktır, idrâktir, hayal gücüdür, dengedir, şeytan arabasıdır, bahardır, devrimdir, ütopyadır, kendisidir, bi’ tur versenedir, muhaliftir, isyandır, tek kişilik karnavaldır…
Bisiklet veya velespit, biraz düşününce ne çok şeydir gerçekten. Ben bunlara şunları eklemek istiyorum: Bisiklet yogadır, meditasyondur, kültürdür, hafifliktir,güzelleşmektir, uçmaktır… “Bisiklet kafası” diye bir şeyden rahatlıkla söz edebiliriz. Bisiklet sürmek bizi başka hiçbir şey düşünemez hâle getirir. Ne güzel bir hâldir bu… Sadece içinde bulunduğumuz o anda kalmamızı sağlayan, gittiğimiz yola, çevremize dikkatle bakmaya bizi zorlayan, bütünüyle farkındalık dolu bir hâl.
Yaklaşık 200 yıl önce icat edilen bisiklet, icat ettiğimiz en zarif, en hayat dolu, en sağlıklı, en çevre-dostu, en tatlı vasıta olabilir. İki tekerleğin böylesine birlikte kullanımı ne kadar geç bulunmuştur aslında. Özellikle milattan önce icat edilen at arabasını düşününce…
Bisiklet her şeyden önce bir kültürdür. Çocukken oynanan ve sonra bir kenara atılan bir oyuncak değil. Oysa bizim coğrafyada çoğunlukla çocuklara bisiklet alıyoruz. Bir yetişkin olduğumuzda ise neredeyse bisiklete binmeye çekiniyor, utanıyoruz. Çocuk muyuz biz? Bisiklete böyle bir bakışımız var. Arabaya binmek varken neden bisiklete binelim? Memleketteki şehirliler olarak büyük oranda bu yaklaşımdayız. Yürüme mesafelerini veya bisikletle gidilebilecek mesafeleri bile arabayla kat ediyoruz. Bir davranışın kültür haline gelmesi için birçok dinamiğin bir arada bulunması gerekiyor. Öncelikle çevreyi, ağacı, çiçeği, ferah meydanları, parkları sevmemiz, böyle geniş caddeli, bisiklet yolu olan bulvarlar tasarlamamız gerekiyor. Öngörülü olmaya ihtiyacımız var. Nüfus olarak artıyoruz, şehirlere sığamıyoruz. Evlerimiz her geçen gün camdan plazalara daha çok benziyor. Balkonsuz, ruhsuz yapılarda yaşıyoruz ve gelecekte de yaşayacağız gibi görünüyor.
Oysa bisikletli bir hayatımız olursa neler olur, bir düşünelim. Sokak aralarında park etmiş araçlar yerine bisikletler olursa ferahlamış olmaz mıyız? Sabahları işe giderken bisikletimize binsek hem hava alır hem de yeni yollar keşfederiz, bu da zihnimizi açar. Araba yerine bisiklet daha fazla olursa temiz bir havaya sahip oluruz. Hareket ederiz. Oksijen alırız ve her açıdan daha sağlıklı oluruz. Avrupa’yı gezenleriniz vardır. Gidenler hep bazı ülkelerde bisiklet oranının arabalardan fazla olduğundan söz eder. Takım elbiseyle bisiklete binen insanlar vardır ve bu görüntüyü yadırgarız. Oysa bisiklete binmek biraz da esnek düşünebilmek, açık fikirli olabilmektir.
Toplum olarak talep etmeyi bilmiyoruz. Halbuki buna muktediriz ve istediğimizi elde etmeye. Haklarımızı bile bilmiyoruz zaman zaman. Halk olarak daha iyi bir hayat, daha “mümkün” bir yaşam biçimi talep etmeliyiz. Bunun için çaba harcamalıyız. Aksi takdirde bu adaletsiz düzende bize sunulana boyun eğerek yaşamaya devam edeceğiz.
En büyük hatamız bir kahraman beklemek. Bir kahraman gelsin ve bizi kurtarsın istiyoruz. “Eski, güzel” günlerdeki gibi. Maalesef gerçek hayat öyle değil. Bir kahraman arıyorsak aynaya bakmalıyız. Daha iyi bir hayat istiyorsak bunun için mücadele etmeliyiz.
Bisikletten nerelere geldim. Bisiklet insana böyle bir hayal imkânı veriyor işte. Bir bisiklet hayali demek top yekün bir hayatı değiştirmek demek. Bisiklet, imkân. Sait Faik’in dediği gibi bir insanı sevmekle başlar her şey. Buna bir de bisikleti ekleyebiliriz. Sevdiğiniz biriyle bisiklete binmekle başlar her şey. Bu resim, size de yepyeni bir hayat tahayyülü gibi gelmiyor mu?
O zaman hem beden hem zihin sağlığına iyi gelen, hayatı kolaylaştıran ve güzelleştiren bisikleti hayatlarımıza almak için çok nedenimiz var. Hani hep arzuladığımızo “muasır medeniyetler” seviyesine buradan başlayarak ulaşabiliriz belki. Hayatımızda küçük gibi görünen dev bir değişiklik yapıp bisiklet alabiliriz. Unutmayalım, hayatımızı en iyi şekilde tasarlamak, bunda inat etmek, talep etmek ve değiştirmek bizim elimizde… Haydi, pedalınıza ve hayal gücünüze kuvvet.