Gazetelerin manşetlerini süslüyordu; “Cumhuriyet kuruldu”, “Yaşasın Cumhuriyet”…
Manşetlerin altında da şöyle yazıyordu;
“29 Ekim 1923’te Gazi Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarının Anayasa’nın bazı maddelerini değiştiren teklifi,
TBMM’de alkışlarla ve oybirliği ile kabul edildi. 1.maddede ‘Türkiye Cumhuriyeti’nin hükümet biçimi Cumhuriyet’tir’ hükmü yer aldı. Aynı gece Mustafa Kemal Paşa, Reisicumhurluğa seçildi.”
****
Beykoz’un Akbaba Köyü İmamı’ydı Mükerrem Efendi…
O gün yüksek bir yere çıktı, ahaliye seslendi;
“Akbabalılar!
Biz artık Türkiye Cumhuriyeti olduk.
Bugün savaş koşullarında seçilmiş mebuslarımız var. Onlar Kemal Paşa’yı Reisiscumhur seçti.
Sonra seçimler yapılacak, bu kez mebusları biz;
yani halk seçecek.
Cumhuriyet halkın kendi kendini idaresidir.
Kısaca bizi yönetecekleri biz seçeceğiz.
İşte Cumhuriyet budur arkadaşlar.”
****
Çok Değerli Dostum M.Osman Akbaşak, romanında Milli Mücadele’de ve Cumhuriyetin hizmetinde örnek bir din adamı aynı zamanda dedesi
-Ağababa dediği- Mükerrem Efendi’yi anlatır.
Uzun zamandır okumak istediğim bir türlü fırsat bulmadığım romandı Ağababa.
Biyografik tarih içeriyordu. 1. Dünya Savaşı, Milli Mücadele ve Türkiye Cumhuriyeti’nin doğuş ve gelişme bölümünü -örneklerle- anlatıyordu.
İşgal yıllarında Ulusal Kurtuluş Mücadelesi’ne baş vermek; o boğucu ve gerçekten karamsar koşullarda, türlü baskılar altında elbette çok zordu, yürek isterdi.
Ankara Müftüsü Börekçizade Rıfat Efendi’nin 153 müftüyle Milli Mücadele’ye desteğine ilk günden karşılık verenlerdendi roman kahramanı Mükerrem Efendi.
Cami dışında sarık takmayan, cübbe giymeyen takım elbiseyle dolaşan vatansever imam, köyü eksiksiz arkasına almış, özellikle Anadolu’ya cephane ve insan kaçırma konusunda çok yararlı hizmetlerde bulunmuştur.
Köyde onu asla yalnız bırakmamış yakın arkadaşları arasında; Tevfik Bey, Muharrem Efendi, İbrahim Nureddin, Mahmud Ağa Oğlu Ahmed, Nazmi Efendi, Kazım Ağa,Ömer Bey, Şevket, Muhacir Mehmet Ağa, İbrahim Ağa da vardır.
****
Ağababa,
“İçindeki duyguları uyutmayan, o Kurtuluş kavgasını unutmayan”dı.
Mustafa Kemal Paşa’ya sevdalıydı.
Sık sık kızı Lamia’ya çok sevdiği “Atıldı Büyük Gazi/ Sönmez bir güneş doğdu/ Karanlıkları boğdu/ Oydu hep aydınlatan/ Bizi bu yola katan/ Vatan böyle kurtuldu/ Atatürk’ün öz yurdu” mısralarını okurdu.
Bir de “Cumhuriyet” şiirinden dizeler;
“Hepsinin yüreğinde alevden bir kanat var/ İçlerinde bir sevgi dillerinde bir ad var/ Bu sevgili uğruna canlarımız diyettir/ Hep ayağa kalkınız adı Cumhuriyet’tir”
Bir din adamının şiirle de ilgilenmesi ne hoşluktur…
****
15 Şubat 1926 tarihli TBMM Zabıt Ceridesi’ne istinaden verilen İstiklal Madalyası beratında şöyle yazar;
“İstiklal Madalyası Vesikası – Mücahede-yi Milliyede asar-ı hamaset ve fedakarisinden dolayı Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 15 Şubat 1926 tarihinde yapılan 16.toplantısında birinci celsesinde zirde havi muharrer Mükerrem Efendi’ye bir kıta beyaz şeritli İstiklal Madalyası verilmiştir.”
O madalyayı ölünceye kadar göğsünden eksik etmemiştir aydın din adamı.
Göğsüne ilk takıldığında duygularıdır şu sözleri de;
“Benim gayem;
işgal olunan yurdumun düşmandan temizlenmesi, yurdumun hasretini çektiğim bayrağına tekrar kavuşmasıydı.
Şükürler olsun bugünü gördüm, benim yerim camiler ve mihraplardır. Siz oraya daha lâyık olanları bulabilirsiniz.
Kavgadan önce Akbaba’da imamdık, kavgadan sonra da Akbaba’da imam kalacağım.”
****
Yazar Akbaşak,
Ağababa’sını ilk hatırlamasını da
kitabın arka kapağına şöyle taşımış;
“Yıl 1957…
Tavana asılı salıncakta kardeşimi sallarken ninni söylüyor ama bu annemin söylediği ninnilerden değil, çok farklı.
Ayakta, salıncağı ipinden çekerek sallarken yıllar sonra hala kulağımda olan yumuşacık sesiyle ‘Hürmet sana ey şan dolu sancağım’ diyerek torununu uyutmaya çalışıyor.
Anneme sordum. ‘Ağababam ne diyor?’ Annem gülümsedi,
‘O Ağababa’nın marşı’ dedi.
Sonra minik ninik başka anı fotoğrafları sıralanıyor belleğimde.
Kapının önünde bir tak, defne çok bayrak asılmış, evden çekilen kablodan birçok ampullerle ışıl donatılmış.
Ve Ağababam….”
****
İyi ki vardın Ağababa,
sizin gibi değerlere sahiptik.
Ağababa’yı -ben de-
Yahya Kemal’in çok sevdiğim dizeleriyle saygı ve minnetle anıyorum;
“Çok sürse ayrılık, aradan geçse çok sene/ Biz sende olmasak bile, sen bizdesin gene…”