Ege Günlükleri 1: Eve dönüş

» Köşe yazarları » Ege Günlükleri 1: Eve dönüş

Her merhaba bir tanışmadır aslında.

Sadece ilk kez merhaba dediklerinle değil, kendini de şöyle döküp saçmak, gözden geçirmek ve yaşadıklarını muhasebe etmektir.

Benim hikayem pek çoğunuzdan farklı değil.

Uzun yıllar önce kazandığım üniversitenin bulunduğu kente, Bursa’ya öyle kocaman hedeflerim olmadan onyedi yaşında gittim ve gidiş o gidiş. Uludağ Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İşletme Bölümünden mezun oldum. Bir kaç yıl eğitim gördüğüm bölüme yönelik çalıştıktan sonra, Bursa’nın yerel radyosu Olay FM’in kurucu kadrosunda, ardından Olay TV’de haber merkezinde çalıştım. Medya sektörü pek çoğunuzca malum…

İkizlerimin doğumunun ardından iki bebekle “çalışamayacağımı” düşünen yönetim, benimle yollarını ayırınca; loğusa, üzgün ve pek çok açıdan terk edilmiş hissettiğim bir dönemde gazeteci dostum İhsan Bölük’ün çabasıyla yeni açılan Kent Gazetesi’nde her zaman saygı, minnet ve özlemle andığım merhum gazeteci-yazar Yılmaz Akkılıç’la komşu sayfalarda köşe yazmaya başladım.

Basın sektörünün artık iyice egemenlerin kontrolüne girmeye başladığı dönemlere girilirken de Nilüfer Belediyesi basın bürosuna geçtim, uzun yıllar basın danışmanı olarak görevimi sürdürdüm. 2019 seçimlerinin ardından bir süre Basın Yayın ve Halkla İlişkiler Müdürü olarak hizmet verdiğim belediyede kendi isteğimle “düz bir çalışan olmak” talebim karşılık buldu ve iki yıl Kütüphane Müdürlüğü bünyesinde çalıştıktan sonra 2022 Eylül ayında emekli oldum.

Bursa’ya adımımı attığım ilk yıllarda değil ama yaşam beni oradan oraya savururken, başarıyla ters orantılı olarak mutsuzluğu da çoğalttığından zaman geçtikçe hep dönmenin peşinde oldum.

Önüme açılan kapılar ise rotamı bir türlü Ege’ye çeviremedi.

Her adım arayı biraz daha açtı ve bir genç kız olarak ayrıldığım bu topraklarla nihayet 2022’nin son günlerinde kavuşabildim yani deyim yerindeyse gurbetten kesin dönüş yaptım.

Bu köşede sizlere arafta kalmış bir Egelinin anılarını, şaşırmalarını, özlemlerini, izlenimlerini ve yer yer kızgınlıklarını paylaşmaya talibim.

Belki bir ses olurum ümidiyle…

Nostalji, sözlük anlamıyla “yurt, sıla, baba ocağı özlemi.” ya da “geçmiş bir çağa, geçmişteki yaşama duyulan aşırı sevgi ve özlem” demek…

Her iki anlam da bende yoğun bir biçimde var aslında.

1970’li yıllarda, kendimle ilgili hatırladığım anı parçacıkların ilki Milas’ın sahil kasabası Güllük’le başlar.

O zamanlar Güllük’le topu topu 100-150 hane vardı; herkes birbirini tanır, herkes rafine bir yaşamı sürerdi. Şimdi Ege’nin belli başlı tüm kıyılarında olduğu gibi yer gök inşaat ve bina değildi.

Sabah balıkçıların dönüşünde teknelerin sesiyle uyanırdım güne.

Çoğunlukla büyük bir heyecanla zıplardım yattığım yerden.

Çakır Hasan namlı balıkçı (Hasan Akyol) çocukluğumun iz bırakan yüzlerindendi.

Bir koşu inerim limana. Öyle uzak da zannedilmesin, evin kapısından çıkıp bir kaç adım atmam yeterliydi limana inmem için.

Çakır Hasan, tuttuğu balıklardan bana ve kendine düşen iki parçayı ayırmış, gerisini kooperatife vermiş ve sofrasını kurmaya başlamış olurdu.

Karşılıklı balıklarımızı yerken, sessizliği de paylaşırdık benim gazlı içeceğim, onun bir duble rakısının eşliğinde.

Yıl 1978 Güllük sahilde yaz boyu ayağımdan çıkmayan tokyolarımla annem kardeşim ve arkadaşım Türkan’la poz vermişiz.

Koca yaz, ayağımda tokyo terlik benimle bütünleşir, tozdan topraktan arındırmak için akşamları bayağı mücadele verirdik.

Denizden çıkmazdık gün boyu; öyle ki yaz sona erdiğinde kapkara olmuş bedenimde gözlerim çakmak çakmak parlardı bir tek.

1977’de evde kardeşimin yaş gününü Güllük’teki komşularımızla kutluyoruz. Herkes ne kadar hoş ve özenli…

Şimdiyse koca bir inşaat alanı ve beton yığını olmuş Güllük.
Yerel yönetimlerin imar uygulamalarının savrukluğu ne yazık ki burada da kendisini göstermiş. Çok katlı yapılar çocukluğumun şirin kasabasının yerinde yeller estiriyor.
Hem de öyle çirkinler ki! Gülten Bakşi öğretmenimle ve çocukluk arkadaşlarımla en mutlu anılarımı yaşadığım Güllük İlkokulu şimdi kaderine terk edilmiş durumda.
Kıyı şeridi neredeyse Boğaziçi’ne kadar birleşmiş… Yüksek güvenlikli siteler, sahilleri tapulu malı haline getirmiş burada da.

Ya o Etibank tesislerinin yalnızlığı, viraneliği… İçimi sanki en çok o sızlattı bir de Türk Petrolleri tesislerinin terk edilmişliği.

Geçmişteki duygularımı canlandıran, hala eskisi gibi diyebileceğim tek yer Fener şimdilik. Fırsat buldukça Fener’in oraya çıkıp o eşsiz manzarayı içime çekmekle meşgulüm.

Hayal kırıklıklarıma eklenen deneyimlerden biri de tadilat mücadelemiz.

Evde gerçekleştirdiğimiz küçücük bir değişim adeta sinir harbinde dönüştü!

Alt tarafı onbeş günlük işi Bursa’ya göre en az üç kat maliyetle; işgüzarlıkları, ciddiyetsizlikleri ve dürüstlükten nasiplerini almamış “usta”ların sayesinde neredeyse iki aylık bir süreçte tamamladık.

Bu sırada iki usta işi yarım bırakıp kaçtı, peşin verdiğimiz bir miktar paranın karşılığını alamamak da cabası oldu.

Tabi en ilginci özellikle Ege’de bu “usta bırakıp kaçması” durumunun artık çok sıradan, günlük inşaat yaşamının bir parçası olduğunu öğrenmekti. Meğer ne çok örneği varmış bu deneyimin!

Tüm yaşadıklarımıza rağmen, Bursa’daki otuzbeş yılın ardından eve dönüş muhteşem.

Yıllardır özlediğim deniz kokusuyla uyanmanın (inşaat sezonu nedeniyle gün boyu eşlik eden çekiç, kamyon vs seslerine rağmen) verdiği mutluluğun tarifi mümkün değil.

Yıllar doğal olarak gittiğin zamanlardaki gibi bırakmıyor hiçbir şeyi.

Değişim, yaşamın bir gerçeği.

Ege Günlüklerinde bu değişimin sosyal, ekonomik, yapısal ve doğal açıdan nelere mal olduğunu gözlemleyip sizlere aktarmaya çalışacağım.

Buralı ama yabancı biri gibi.

Gördüklerime eşlik etmek isterseniz bu köşeye tıklayın.

Sevgiyle kalın.