Suat Derviş, Cumhuriyet döneminin ilk kadın gazetecilerindendir.
Romanları da birçok yabancı dile çevrilmiş toplumcu gerçekçi yazardır.
1934-53 yılları arasında yirmi roman yazmış, yine yüzlerce röportaj yapmış, köşe yazıları, kadın ve güzellik yazıları kaleme almış, ayrıca pek çok gazetede çeşitli görevlerde çalışmıştır.
“Fosforlu Cevriye’’, en tanınmış eseridir.
“Suat Derviş,
Kişisel özelliği olan ‘baş eğmezliğini’ Fosforlu Cevriye’de romanlaştırdı.
İnsan onurunun en kötü koşullarda bile güvenilir kalan yanını gösterdi. Bu roman, onu tanımak için biri olanak.”
(Sennur Sezer)
**
Sıkı muhaliftir…
Kadınların “toplumsal yaşantıda yer alıp kendisini ifade etmesine” büyük önem vermiştir.
Romanlarının çoğu bu temayı taşır.
Suat Derviş’in o yıllardaki bazı eleştirilere yanıtıdır bir yazısından şu ifadeler. Ve feministliğine de işarettir;
“Evet baylar.
Ben kadınım, ben kadın olmaktan utanmıyorum. Eğer tabiat beni erkek de yaratmış olsaydı, ondan da utanmazdım. Benim için gaye erkek ya da kadın olmak değil; evvela insan olmaktır.”
Türkiye Devrimci Kadınlar Derneği’nin kuruluşunda da aktif rol oynar.
Çok istediği hatıralarını yazmaya başlasa da bir türlü tamamlayamamıştır.
Hatıratına başlık dahi seçmiştir;
“Hayatımı Anlatıyorum: Çocukluğum, Meslek Hayatım, Çektiklerim”
Baskılar, soruşturmalar, mahkemeler, gözaltılar, mahkûmiyetlerle, sürgünlerle geçmiştir ömrü…
**
“Kırk senelik gazeteciyim. 1930 yılından beri İkdam, Cumhuriyet, Vatan, Son Posta başta olmak üzere İstanbul ve Ankara’nın bütün gazetelerinde çalıştım. Son senelere kadar geçimimi kalemimle (roman ve tercüme) sağlamaktaydım. 350 lira yetim maaşım dışında başka bir kaynaktan gelirim yoktur.
Son bir yıldır hızla gelişen bir göz hastalığı yüzünden artık çalışamaz duruma geldim. Bir gözüm hiç görmemektedir, öteki gözüm de her geçen gün zayıflamaktadır. Buradaki maddî ve diğer imkânlarımla gereken tedaviyi sağlamamın mümkün olmadığını takdir edersiniz.
Üç romanım Sovyetler Birliği’nde Rusçaya çevrildi ve yayınlandı: Fosforlu Cevriye, Ankara Mahpusu ve son çıkan Aşk Romanları[1]. İlkinin ve ikincisinin ikinci baskı telif hakkı, üçüncüsünün de ilk baskı telif hakkı orada birikmiş bulunmaktadır. Bu para oranın mevzuatınca dışarı ödenmemekte, buna karşılık biriken meblâğ, benim Sovyetler Birliği’nin en hazık göz doktorları tarafından tedavi edilmeme kâfi gelmektedir. Bu konuda, burada temas ettiğim konsolosluk yetkilileri bunun mümkün olduğunu ve kendi açılarından hiçbir engel bulunmadığını bildirdiler.
O taraftan bir engel yok ama, ya bu taraftan?
Bundan bir ay kadar önce pasaport için müracaat ettim. “Yirmi gün sonra gel,” dediler. Dedikleri gün tekrar müracaat ettim, bu sefer “On beş gün sonra gel,” dediler. Yani iş bugün git yarın gele döndü.
Anayasada yazılı seyahat hakkı, kör olup olmamam bu seyahate bağlı olmasına rağmen bana tanınmamaktadır. Ve bu açıkça yapılmakta, yirmi dört saatte sona erdirilmesi gereken bir işlem aylarca sürdürülmek istenmektedir.
Meselenin müspet bir sonuca bağlanması için konuyu ele almanızı bir eski gazeteci olarak meslek dayanışması adına sizden rica ediyorum.
İmza: Suat Derviş”
Kemal Biselman’a yazdığı acılı günlerinin özeti mektuptur bu!
**
Yazar Ayla Duru Karadağ, makalesinde onu söyle tanıtır;
“Berlin dönemi, gazeteciliği ve gazeteciliği bir aktivizme dönüştürmesi, az önce kısaca değindik ama altını çizmekte fayda var, mücadeleyi hayatının her alanına taşıması… Evinde devrimcileri saklaması, sokak insanlarıyla günler süren yazı dizileri haline getirdiği röportajlar yapması, sendikalar kurması ve yaşayan, capcanlı karakterler yarattığı öyküler yazması… Sonra Fransızcaya çevrilen ilk Türkçe kitabın yazarı olması. Üstelik sadece Fransızca da değil, Behçet Necatigil’e yazdığı mektupta ondan fazla dil sayıyor, hatta satış rakamlarını da veriyor bazılarının. Yani Suat Derviş şu an bile temas ettiğimiz, konuştuğumuz, çalıştığımız her ‘şey’de, her alanda, her zeminde, hem de o dönemde kendisini var etmeyi başarmış bir kadın!..
**
Nazım Hikmet, 1920’de “Gölgesi” adlı şiirini Suat Derviş’e ithafen yazar;
“Ağlasa da gizliyor gözlerinin yaşını
Bir kere eğemediğim bu kadının başını
Kaç kere sürükledi gururumu ölüme
Fırtınalar yaratan benim coşkun gönlüme
Cevapları öyle heyecansız ki onun,
Kaç kere iman ettim hiçliğine ruhunun
Kaç kere hissettim ki, yine bu gece gibi
Güzelliğin önünde dolup çarpmalı kalbi
Ne mehtabın aksine yelken açan bir sandal
Ne de ayaklarında kırılan ince bir dal
Onun taştan kalbini sevdaya koşturmuyor
Bir çiçeğin önünde bir dakika durmuyor
Dönüyoruz yine biz uzun bir gezintiden
Gönlümün elemini döküyorken ona ben
O bana kendisini gülerek naklediyor
Bilseniz mavi boncuk nasıl yaraştı diyor.
Ya bu kadın delidir yahut ben çıldırmışım
Ben ki birçok kereler kırılmışım, kırmışım
Ömrümde duymamıştım böyle derin bir acı;
Birden onun yüzüne haykırmak ihtiyacı
Alev alev tutuştu yangın gibi
Bir dakika kendimin olamadım sahibi
Hiç olmazsa hıncımı böyle alırım dedim,
Yola mağrur uzanan gölgesini çiğnedim!”
Suat Derviş, Nazım’ın tek taraflı aşkına kayıtsızdır; “Nâzım, çocukluk arkadaşımdır. Ailece de görüştüğümüz büyük şairdir. Benim için yazdığını söylediği şiir ise gurumu okşamanın ötesinde bir şey ifade etmez!”
**
Yaşamının son yılları hastalıklar, yalnızlık, yoksulluk içindedir.
“O, yüreği kırık ve parasızdır, ama asla pes etmemiştir…”
Kafa tutan, mücadelesini bayraklaştırmış öncü kadın gazeteci-yazar olarak adını tarihe yazdırmıştır.
Suat Derviş…
Onu 50 yıl önce -bugün- yitirdik…
(Kaynakça: listelist,Liz Behmoaras, Suat Derviş Efsane Bir Kadın ve Dönemi)