“İzmir, bir prensestir çok güzel küçük şapkasıyla.
Mutlu ilkbaharlar durmaksızın onun çağrısına yanıt verir.
Nasıl vazo içindeki çiçekler gülümserse, o da denizler arasından ışıldar.
Hatta Arşipel’in yaratılışından daha tutkulu…”
İzmir’i hiç görmemesine rağmen kentin büyüsünü böyle kaleme alıyor ve bir prensese benzetiyor adeta kenti dünyaca ünlü şair Victor Hugo. Şairin 1829 yılında yayımlanan “Les Orientales” isimli kitabındaki “La Captive” şiirinde bu şehrin her dönemde yarattığı ihtişama bir kez daha tanık oluyoruz. Ünü batıya yayılan şehri, Yunan Tarihçi Strabon ise “bütün kentlerin en güzeli” diye tanımlıyor. Adına şiirler, şarkılar yazdıran her çağda kendine aşık ettiren şehir… Güzel İzmir’im…
Bu kez İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin düzenlediği Kemeraltı Rotaları gezilerinden rota oluşturuyorum kendime; Kemeraltı’nın Renkli Kareleri Rotası ile bu haftaki tarih yolculuğuna çıkıyorum. Rehberimiz Volkan Bıkmaz ve güzel İzmir’in güzel insanları çıkıyoruz bu şehri yeniden keşfetmeye. Bornova Yeşilova Höyüğü’nde başlayan 8.500 yıl öncesine uzanan tarihi, 5.000 yıllık izleri taşıyan Bayraklı Smyrnası ve Büyük İskender’den sonra Kadifekale ve Kemeraltı arasında yerleşimin başlamasıyla kurulan Yeni Smyrna…
Kemeraltı, Basmane ve Kadifekale’yi içine alan İzmir Tarihi Kent Merkezi’nde bugün gezeceğimiz yer her İzmirlinin içine girince çıkamadığı hatta kimi zaman kaybolduğu Kemeraltı Çarşısı. İlk durağımız Saat Kulesi oluyor. İzmirlilerin klasik buluşma noktası şüphesiz gezimizin de başlangıç noktası. Sultan II. Abdülhamit’in 1901 yılında tahta çıkışının 25. yıl dönümü anısına yaptırılan kule, Saat Kulesi. Mimarı ise Raymond Charles Pere’dir. Saat Kulesi ile ilgili beni çok şaşırtan şey kulenin bakımını üç kuşaktır yapan bir ailenin olduğu. Feti Pamukoğlu ise ailenin günümüzdeki temsilcisi olup kulenin saatini altı günde bir kuruyormuş. Yeri gelmişken size bir sır vereyim. İzmirliler her gün önünden geçmesine rağmen kulenin saatine hiç bakmaz ve çoğu İzmirlinin Saat Kulesi ile çekilmiş fotoğrafı bile yoktur… Konak, Hükümet ve Ayşe Hanım olarak da bilinen Yalı Camii’ne geçiyoruz hemen. 18. yüzyıl ortalarında inşa edildiğinde deniz kenarında yer aldığı biliniyor. Derviş Ağazade Mehmet Paşa’nın kızı Ayşe Hanım tarafından, yaşadığı konağın hemen yanına yaptırılmış. Konağın medrese ve mescidi olarak kullanılmak üzere inşa edilmiş ancak medrese ve camiinin bahçesi günümüze ulaşamamış. Bu küçük ve kibar camiyi geride bırakıp yolumuza devam ediyoruz.
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ÜN DE FİLM İZLEDİĞİ SİNEMA
İzmir Devlet Opera ve Balesi Elhamra Sahnesi (Milli Sinema) sonraki durağımız oluyor. I. Ulusal Mimarlık Akımı’nın en önemli özelliklerinden biri olan bu yapı, aynı zamanda Mustafa Kemal Atatürk’ün de film izlediği sinema. Döneminin en büyük ve konforlu sineması olarak pek çok etkinliğe ev sahipliği yapmış bu eşsiz yapıyı da geçip I. Ulusal Mimarlık Akımı’nın kentteki diğer örneği olan Milli Kütüphane’ye gidiyoruz. Söylemeliyim ki, gezi boyunca beni en etkileyen yer bu kütüphane oldu. İçine girdiğinizde kendinizi bir film karesinde gibi hissedeceğiniz huzurlu, sakin bir o kadar da görkemli bu mimariye sahip kütüphane beni en büyüleyen yapıydı. En yakın zamanda kitabımı defterimi alıp inzivaya çekileceğim nokta burası olacak… Bir ara sokaktan geçiyoruz; başlıyoruz Kemeraltı’nın tarih kokan yolculuğuna… Dalıveriyoruz Beyler Sokağı’na. Burada kentin önde gelen ailelerinin yaşadığı üç sokağa da Beyler adı verilmiş. 20. yüzyılda İzmir’de Türklerin sahibi olduğu gazeteler, yayınevleri ve matbaalar burada konumlanmış. Şimdilerde de o zamanki asilliğinden hiçbir şey kaybetmemiş bu sokak tarihi dokusu ve güzelliği ile beni yıllar öncesine götürüyor. İçindeyken bir dönem filminde gibi hissettiğim bu sokaktan çıkıp, Barok dönemi izleri taşıyan Salepçioğlu Camii’ne doğru yol alıyoruz. Mimarisi ile beni kendine çeken bir yapı daha.
İLK MÜSLÜMAN TÜRK FOTOĞRAFÇI HAMZA RÜSTEM
İzmir’in kalbinde tarih kokan sokakların kokusunu içimize çekmeye devam ediyoruz. Geliyoruz Kemeraltı’nın en eski pasajlarından olan Hamza Rüstem Pasajı’na. İzmir’de stüdyo açtığı bilinen ilk Müslüman Türk Fotoğrafçı Hamza Rüstem’e ait fotoğrafhane burada yer alıyor. Fotoğraf meraklılarının uğraması gereken bir nokta elbette burası olacak. Antikacılar Çarşısı’nın da önünden geçiyoruz, devam ediyoruz Abacıoğlu Hanı’na. Oturup bir kumda kahve molası vermenin tam zamanı işte. Sıcakkanlı esnaf karşılıyor sizi kapıda. Huzurla oturup temiz havanın tadını çıkaracağınız, yazın ise gölge serin bir yer aradığınızda sığınacağınız keyifli bir nokta.
DİNLENMEK İÇİN KEYİFLİ BİR MEKAN: L’AGORA HANI
Eskilerde Yeşildirek Hamamı, şimdilerde ise Yeşildirek Pasajı’ndan geçip Küçük Karaosmanoğlu Hanı’na gidiyoruz. Han, 18. yüzyılın başlarında Avrupa’ya pamuk ihraç eden Karaosmanoğlu ailesi tarafından yaptırılmış. Tarihte birçok zanaatkara ev sahipliği yapan bu güzel han, şimdilerde ise butik oteli, restoranı ve dükkanlarıyla misafirlerini ağırlıyor. Günümüzdeki L’agora Hanı adıyla bilinen aynı zamanda Havra Sokağı’na açılan han, dinlenmek için en güzel noktalardan biri. Gezide son durağım olan Havra Sokağı’nın çevresinde dördü birbirine bitişik inşa edilmiş dokuz sinagog bulunuyor. Kaynaklara baktığımız zaman Havra Sokağı’nda Yunan ve Yahudi şaraphaneleri, bir Türk hamamı ve Yunan eczanesi olduğunu da öğreniyoruz. İşte bu farklı kültür ve inançlardan toplulukların bir arada yaşadığı kozmopolit kent, kültürel zenginliklerimizi bir kez daha gün yüzüne çıkarıyor… İzmir’in orta yerinde, tam kalbinde atan eşsiz tarihi bugün de ardımda bırakıp, zengin mirasımızı kaleme almak için gazetenin yolunu tutuyorum… Yeni seyahatlerde, yeni keşiflerde buluşmak üzere…