Memnun, endişeli ve karamsar iktisatçılar

» Köşe yazarları » Memnun, endişeli ve karamsar iktisatçılar

Meriç Köyatası yazdı

Türkiye’ye yurt dışından sıcak para yağıyor. Dolar artmıyor, hatta düşüyor. Başta Mehmet Şimşek ve ekibi ile iktidar kanadı memnun. Yandaş medya havalara uçuyor. “Dolarla birlikte enflasyon da düşecek. Türkiye şahlanacak” masalları ile yeni bir “Lale Devri” yaşayacaklarını umuyorlar. Üretim yerine, paradan para kazanmayı bekleyen sermaye ve finans piyasası iktisatçıları iyimser.

Bir zamanların siyasal İslam tehlikesinin farkına varmayıp AKP ve Erdoğan’ın Türkiye’ye demokrasi getireceğine inanan “Endişeli Modernleri” gibi “Endişeli İktisatçılar” var. Bu gruptaki arkadaşlar, sıcak paranın giderken neden olacağı sorunların farkındalar ama 22 yılda yaşananlara rağmen AKP’nin doğru ekonomi politikaları uygulayacağı umudunu taşıyorlar.

Ben son 22 yılda yaşananların ışığında “Karamsar İktisatçı” olarak görüşlerimi not düşeyim.

Türkiye’nin yaşadığı ekonomik şartlarda, sıcak paranın giderken neden olacağı tahribatın “acaba”sı falan yok. Ekonominin çarklarını çevirecek makul maliyetli bir finansman hareketinden söz etmiyoruz. Tefeci faizi ile nefes alma çabasındayız. Son aşamaya gelmiş uyuşturucu bağımlısının nöbet krizlerini yatıştırmaya ya da tedavisi mümkün olmayan bir hastalığın pençesindeki hastanın ağrılarını dindirmeye yönelik uyuşturucu vermek gibi …

Küçük bir azınlık paradan para kazanıp mutlu olacaktır, geçici bir rahatlama sağlanacaktır ama toplumun geneli daha da fakirleşecek, Türk ekonomisinin üretim gücü, rekabet gücü daha da azalacak, içinde bulunduğumuz borç batağı daha da ağırlaşacaktır.

BUGÜN, DÜN VE YARIN…

Türkiye, yıllardır süren hatalı tercihler, kötü yönetim ve yapısal sorunlar nedeniyle dış açık veren borçlu bir ülke …  Bu hastalıkları ortadan kaldıracak köklü değişikliklere gitmiyoruz. Dışarıdan para gelsin diye kıvranıyoruz. Ekonomide, hukukta, siyasette istikrar bozuldukça doğrudan yatırım gelmiyor. Dış borç bulma maliyetleri yükseliyor. Çaresiz kalınan dönemlerde, dövizi baskılayıp sabitliyoruz. Sabitlenen döviz ve artırılan faiz nedeniyle Türkiye’ye sıcak para gelsin, bol döviz girsin diye bekliyoruz.

Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, geçtiğimiz gün partisinin grup toplantısında açıkladı. Son 1.5 ay içesinde Türkiye’ye 54 milyar dolar sıcak para girmiş. Ama hemen endişesini de dile getirmiş. “Sırtımızı sadece sıcak paraya dayayamayız, Doğrudan yabancı sermaye girişi de lazım.”

Evet lazım da, doğrudan yabancı sermaye girişi için hukuk lazım, istikrar lazım.  Ayrıca yabancı sermayenin de spekülatif alanlara değil üretime ve ihracata yönelmesi lazım.

Sıcak paranın neden olduğu geçici rahatlamayı 2003-2009 yılları arasında yaşadık. Sonrasında sıcak paranın giderken Türkiye’de ekonomiyi nasıl tahrip ettiğini de unutmadık. (Gerçi hala kimileri o dönemi takdir ediyor ama biz itirazlarımızı tekrar kayda geçelim.)

Sıcak paranın zararları şurada: Döviz bollaşınca enflasyon kontrol altına alınıyor. Ama ucuz döviz nedeniyle, ithalat da ucuzluyor. Çiftçi ve sanayici rekabet gücünü kaybediyor, üretmekten vazgeçiyor, ithalata yükleniyor. Ucuz ithalatla piyasada bir bolluk yaşanıyor, enflasyonda geçici bir rahatlama sağlanıyor. Bu dönemi 2002-2009 arasında yaşadık. AKP’nin Lale Devri, milletin de “Çalıyorlar ama çalışıyorlar” diye tanımladığı dönem.

Artan ithalatı karşılamak için bu kez daha fazla borçlanmaya başlıyoruz. Dünya piyasalarında dolara yüzde 3-5 faiz verilirken, biz yüzde 15-20 faiz veriyoruz. Ülke içinden yurt dışına kaynak transfer ediyoruz. Vade sonu geliyor. Dünya şartları değişiyor. Sıcak para geldiği gibi hızla gidiyor.

Sıcak para geri çekildiğinde; tarımda-sanayide üretim ve rekabet gücünü kaybetmiş, işsizler ordusu artmış, enflasyonu tekrar fırlamış, üretimi giderek dışa bağımlı hale gelmiş, ürettikçe zenginleşeceği yerde borcu artmış, dış borç batağına saplanmış, giderek daha da yoksullaşmış bir ülke kalıyor geriye.

Sıcak para çekildiği için döviz fırlıyor. Üretim artmadığı için enflasyon da artıyor. Enflasyon nedeniyle, artan döviz kuru ihracatçıya çare olmuyor, ihracatçının ve sanayicinin rekabet gücünü artırmak için,  işçi ücretlerini tırpanlıyoruz. Artan enflasyonla mücadele adına dar gelirlinin alım gücünü düşürüyoruz. Yoksulluk ve sefaleti yaygınlaştırıyor, toplumda gelir dağılımını iyice bozuyoruz. Bu arada dış ticaret açığımız ve her geçen yıl ödeyeceğimiz dış borcumuz artmaya devam ediyor, krize giren uyuşturucu müptelası gibi sıcak para arar hale geliyoruz. Bu kısır döngünün içinde her seferinde daha yüksek bir borç batağının içinde debeleniyoruz.

BU KEZ DAHA BETER OLACAK…

Türkiye bu sıcak para belasına 2000’li yıllarda bulaştı. Önce IMF her zamanki devalüasyon politikalarının yerine döviz çıpası önerdi. IMF bol döviz verecek, Türkiye dövizi sabit tutacak ve böylelikle enflasyon kontrol altına alınacaktı. Döviz baskı atına alındı. Türkiye güya dalgalı kur politikası uyguluyordu ama kur çıpası nedeniyle döviz sabit kaldı. Patlaması için bir bahane gerekti. Ekonomi ile hiçbir ilgisi olmayan bir tartışma sonucunda döviz fırladı, Türkiye tekrar bir döviz krizine girdi. (Dönemin Cumhurbaşkanı A.Necdet Sezer ve Başbakan Bülent Ecevit arasındaki Anayasa kitapçığı meselesi)

Bu kez krizden çıkmak için Kemal Derviş geldi. IMF ve Dünya Bankası desteği ile Güçlü Ekonomiye Geçiş Programını sıcak para politikası ile birlikte uyguladı. Programın kurgusu iki ya da üç yıl içindi… Bahçeli erken seçim isteyince, program AKP iktidarına sarktı. AKP iktidarı da sıcak paranın tadına vardı. Düşük kur, yüksek faize devam etti. Ekonomiyi iyice üretimsizliğe ve borç batağına sürükledi.

Buradan şu dersi çıkarmalıyız. Dövizi baskılarsanız, döviz sonuçta mutlaka bir bahane bulur ve patlar. Türkiye’de döviz son 2.5 yıldır enflasyonun altında seyrediyor. Önümüzdeki 3 ay ve belki 6 ay sonunda böyle bir patlama anı şimdilik beklenmiyor. (Başka anormallikler olmazsa) . Ama sonrası meçhul.

Bu kez giden sıcak paranın tahribatı, bir önceki dönemden daha ağır olacak gibi geliyor bana. Neden dersek?

2000 yılında sabit kur politikası ve 2001 Kemal Derviş Programının arkasında IMF ve Dünya Bankası desteği ve bu iki kurumun verdiği ucuz maliyetli döviz kredileri vardı. Şimdi böyle bir destek yok. Türkiye yurt dışından makul faizle borç bulamıyor. Maliyetler daha yüksek olacak.

2003 ve özellikle 2004’ten sonra AKP iktidarı sıcak para politikasını sürdürürken dünyanın ve Türkiye’nin konjonktürü bugünden çok farklıydı. Dünyada müthiş bir likidite fazlası vardı ve sıcak para gidecek ülke arıyordu. Yanı sıra, yeni AKP iktidarının arkasında hem ABD’nin hem de AB’nin tam desteği vardı. Türkiye’nin AB’ye tam üyeliği hikayeleri pompalanıyordu ve bu hava ile Türkiye’ye tarihi boyunca hiç görmediği kadar Doğrudan Yabancı Sermaye yatırımı geliyordu. 2003’te başlayan bu sermaye bolluğu havası, 2008 sonunda patlayan uluslararası finans krizine kadar sürdü. Türkiye, 6 yıl boyunca bu havadan faydalandı. Bu dönemde gelen doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının verimli alanlarda kullanılmaması da ayrı bir sorundur.

Bugün ise Türkiye’nin AB ile ilişkileri tarihinin en kötü dönemini yaşıyor. Tam üyelik bir kenara, işadamları bile vize randevusu alamıyor. Orta Doğu’daki karışıklıklar, Türkiye’nin dış politikada kendisini bilerek ve isteyerek Orta Doğu ülkesi olarak konumlandırması, tek adam rejimi ve hukuksuzluklar gibi nedenlerle Türkiye’ye doğrudan yabancı sermaye gelmiyor. Gelmediği gibi bir kısmı da tası tarağı toplayıp gidiyor. Sadece yabancı sermaye çıkmakla kalmıyor. Yerli sermaye de ufak ufak yurt dışına kaçıyor.

Bugünkü şartlar ile 2003-2009 arasındaki şartlar epey farklı.  Bugün de sıcak para gördüğü tatlı kar için Türkiye’ye geldi. Ama eskiden olduğu gibi  5-6 yıllık uzun bir Sıcak Para ve Yabancı Sermaye akımı bekleyecek hiçbir gerekçe şimdilik yok. Bu suni bolluk ne kadar sürer kestiremiyorum. Finans dünyası vadelerini üçer aylık düşünür. Siz de tahminlerinizi ona göre yapın. Üç vakte kadar… Üç ay mı desem, altı ay mı desem, dokuz ay mı desem…  Bir buçuk ay geçti.

Kesin olan şu…  Sıcak para dalgası sonucunda, birikimi olmayan geniş halk kitleleri daha da yoksullaşacak. Birikimi olanlar, trene son vagonu ile son istasyonu iyi kollarlarsa kazançlarına kazanç ekleyecekler. Trene son vagonda binip son istasyonda inmeye kalkanlar ise hüsrana uğrayacaklar. Tabi esas soru şu: Son vagon hangisi ve son istasyon nerede? Bu sorunun net yanıtı yok. Bunu Youtube Kanalımda tartışacağım.