70 yıl aradan sonra İzmir’e şehir tiyatrolarının gelmesini ‘yeniden doğum’ olarak tanımlayan Erten’in keyifli söyleşisi sizlerle
Tiyatronun hayatınızdaki yeri nedir… Sizin için tiyatro ne demek?
Yücel Erten babası Tekel’de memur, annesi ev kadını, dörtçocuklu bir ailenin en küçük çocuğu olarak 1945 yılında Muş’ta doğmuş. Çocukluğu Antalya’da, gençliği Ankara’da geçmiş. Liseden sonra 5 yıl Ankara Devlet Konservatuvarında, 5 yıl da burslu olarak gittiği Almanya’da olmak üzere 10 yıl tiyatro eğitimi görmüş; sonrasında da öğrenmekten hiç vazgeçmemiş bir tiyatro insanı. Tiyatro hayatımıza katkı koymaya çalışmış bir sanatçı. Bazan oyuncudur, bazan öğretmen, bazan yönetici, bazan yazar, bazan çevirmen, ama galiba en çok da yönetmen. Bu uğraşlar çoğu kez birbirinin içine geçmiş durumdadır. Tiyatroda yerine göre neferlik etmiş; yeri gelince 2000 kişilik bir tiyatro ordusunu yönetmiş, yani Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğünü üstlenmiş bir emektar. Ödenekli ve özel tiyatrolarda, operada, yurtiçi ve yurtdışında 80’i aşkın sahneleyişin ve 40’ı aşkın ödülün sahibi. Şimdi de İzmir Şehir Tiyatrolarının Kurucu Genel Sanat Yönetmeni. 78 yaşındayım. Bunun 62 yılında öyle ya da böyle tiyatro var. Özetle tiyatro sanatına adanmış bir hayat diyebiliriz sanki…
Tiyatro topluma ne kazandırır?
Genelde sanat, insana yapılan yatırımdır. Bu yatırım, maddi bir kazanç biçiminde değil; insanımızın ve toplumumuzun düşünce ve ruh zenginliği biçiminde geri döner. İşte tiyatro da, bu doğrultuda insanların algısını, kavrayışını, düşüncesini, duygusunu, hoşgörüsünü, adalet duygusunu, özgürlük özlemini geliştirir. Görevi bu süreci tetiklemektir. Çünkü tiyatro canlı, anında, birebir, göz göze, kalp kalbe, nefes nefese varolan bir sanat alanı olduğu için; insana yatırımın en etkili enstrümanlarından biridir. Uygar bir toplumda şöyle bakmak gerekir: Sanat, dolayısıyla tiyatro, devletin yurttaşına bir lûtfu, ikramı, ianesi, sadakası, hediyesi falan değildir; bir bakıma yurttaşına olan borcudur.
2 yıldan fazladır İzmir’desiniz nasıl buluyorsunuz? İzmir seyircisi beklentinizi karşıladı mı?
İzmir’in sıcak kanlı bir seyircisi var. Sevdiğini kucaklıyor. Sadece İzmir’in festival bolluğu arasında, biraz oryantasyon kaybına uğramış gibi görünüyor. Kalite konusunda sağlıklı bir ölçek konulamadığı zaman, bu festivaller panayıra dönüşebiliyor. Panayır yerinde de ‘Canbaza bak’ da vardır, ‘Bul karayı al parayı’ da. Belki bu nedenle amatörce, acemice ve özensiz işlere de tatlı bir hoşgörüyle bakar olmuş. Bunun bir ucu, amatörlüğe razı olmaya, amatörlükle yetinmeye doğru gider. Gelgelelim bu yolla seyirci de yetişmez, eleştirmen de, kalibresi yüksek sanatçı da…
Benim ya da bizim beklentimiz konusuna gelince, burada bir beklentiden söz edebilir miyiz, bilmiyorum. Beklenti kavramı, biraz seyirciyi sınava almak, nasıl bir performans göstereceğini merak etmek gibi bir çağrışım yaptı bende. Oysa asıl önemli soru bence şu taraftadır: Tiyatro, seyircinin beklentilerini karşılayabildi mi? Hattâaşabildi mi? Çünkü tiyatronun amacı başarılı olmaktır. Bu tabii ki seyircinin önünde diz çökmek, salt seyircinin alışkanlık istek ve beklentilerine uymak anlamına gelmez. Elbette bir sanat siyasetiniz olacak; elbette estetik düzeyinizi yüksekte tutacak, herhangi bir ucuzluğa ödün vermeden ürünlerinizi ortaya koyacaksınız. Şöyle de diyebiliriz: Tiyatro cephesinde bir beklentiden çok, önünüze koyduğunuz hedefler vardır. Bu hedef doğrultusunda yaptığınız işlerin, seyircide nasıl bir yankı bulacağını merak edersiniz; ilgisini, tepkisini, geri dönüşünü beklersiniz. Uzatmayayım; biz sanatsal doğrultumuzu ödünsüz olarak ortaya koyduk; seyirci de bunu olağanüstü bir sıcaklıkla, ilgi ve sevgiyle karşıladı. Yani kendi yörüngemizden sapmadan, seyircinin beklentisini tam olarak karşıladık. Düşünsenize, görülmüş-duyulmuş şey mi? Üç sezonda 12 oyun sergiledik ve ikinci sezonumuzda istisnasız bütün temsillerimiz kapalı gişe gitti, 30 bini aşkın seyirciye ulaştık.
Hem İzleyici hem de ilgi açısında gençlerin tiyatroya sahip çıktığını düşünüyor musunuz?
İzmir Şehir Tiyatrosu 70 yıllık bir bekleyişin ardından yeniden kuruldu. Ve henüz üçüncü sezonunu tamamlıyor. Uzun süren bu hasretlik sonucunda, başlangıçta seyirci ağırlığının orta yaş seviyesinde olması normaldir. Bu hasreti onyıllardır çeken insanların “Dur bakalım, nasıl oldu?” diye tiyatroya koşmalarından daha doğal ne olabilir?… Öte yandan gençlerin ilgisiz olduğunu söylemek de dibi boş bir iddia olur. Gençlerin giderek artan bir ilgiyle tiyatroya geldiklerini; nasıl heyecanla izleyip coşkuyla alkışladıklarını; oyun sonunda sanatçılarla tanışmak, sorular sormak için tiyatronun önünde beklediklerini görmezden gelmek mümkün değil. Ayrıca her sezon bir çocuk oyunu yaptık. Şu an üçü de repertuvarda. O oyunları 3 defa, 5 defa seyretmeye gelen miniklerimiz var. Onlar da geleceğin gençleri…
Yeni nesil tiyatroculara ne tavsiye edersiniz?
Gençlere pek beylik bir cevap gibi gelecektir, biliyorum. Ama bende başka bir cevap yok: Okumak, ufkunu genişletmek, ses-beden-kulak-diksiyon-artikülasyon gibi bir ömür boyu kullanacağı enstrümanlarını geliştirmek, gözlem yeteneğini ve düşgücünübileylemek, umutlarını sıkı giydirmek, egoyu kontrol altında tutmak… Bir de köşedeki büfeden bir kurs alıp hemen şöhret oluverme hayaline kapılmamak…
İzmir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları 70 yıl sonra İzmir’e geldi. Oyuncular ve şehir tiyatroların geleceğini nasıl görüyorsunuz?
Ben ‘yeniden doğdu’ demeyi tercih ederim. Tabii her doğum sancılıdır, bebeklik dönemi de zordur. Kuruluş aşamasındaki tiyatrolar, türlü nedenlerle tehlikededir. Bazen ihmâlbazen iç çatışkılar bazen verimsizlik, bazen niteliksizlik bazen da belli çevrelerin saldırı ve hileleri yüzünden; sürüncemede kalabilir, hatta vazgeçildiği, rafa kaldırıldığı bile olur. İçeride eksikleri giderme ve akord sorunları, dışarıda da hırpalama eğilimleri eksik olmaz. Hatırlayın, daha ilk adımda bu tiyatronun ölü doğduğunu ilan edenler olmuştu. Ama şimdi 3 yaşında gürbüz bir çocuk var karşımızda. Elbette çocukluk hastalıkları sıra sıra atlatılacaktır. Önemli olan bağışıklığın oluşmasıdır. Biz inanıyoruz ki, o sanat kurumu artık sonsuza kadar yaşayacaktır.
Sanat yönetmeni olarak 3. yılınızı tamamlamak üzeresiniz. Gelecek için hedeflerinizi öğrenebilir miyiz? Görevinize devam etmek istiyor musunuz?
İzmir Şehir Tiyatrosu bir anlamda benim evlâdım. Doğrusu ya, emek verip bugüne getirdiğim evlâdımı, 3 yaşında yalnız bırakmayı tercih etmem. Benim sanatıma ve mesleğime karşı taşıdığım sorumluluk anlayışıma sığmaz. Hiç değilse bir 3 yıl daha eğitmek, gözetmek, daha sağlıklı hale gelmesi için emek vermeyi isterim elbette. Öyle ki, artık abeceyi öğrenmiş olarak okula gidecek hale gelsin… Ama tabii bu konu, yönetmeliğimize göre tamamıyla Sayın Başkan’ın tercihindedir. Genel Sanat Yönetmeni’nin değişmesi yönünde bir irade ortaya koyması durumunda, bana saygı duymak düşer. Sanatsal özerklik ilkesi ışığında, Yönetmeliğimizin belirlediği kurala göre, yeni Sanat Yönetmeni seçilip atanıncaya kadar görevimi sürdürürüm…
Eğer devam ederseniz, bu dönemden farklı olarak neler yapmak istersiniz?
Öncelikle ilçelerde temsiller verme konusuna tekrar eğilmek istiyoruz. Buna aslında ilk sezonumuzda başlamıştık. ‘Tanışmaya geliyoruz’ sloganı ile bazı ilçelerimizde temsiller verdik. Ama bir yandan pandemi, sonra ülkeyi sarsan deprem ve bir yıl içinde üç seçim realitesi, bizi o programımızı yarım bırakmaya zorladı. Bunu tazelemek istiyoruz. Uygun bir oyunumuzu açık hava tiyatrolarına taşımak da bu planın bir parçası… Bir de İzmir Şehir Tiyatrosu’nda bir Brecht oyunu yapma yönünde bir sözüm vardı. Koşullar denk düşerse, o sözümü yerine getirmek isterim